Geçtiğimiz günlerde İçişleri Bakanı Muammer Güler, kadın cinayetlerine ilişkin bir soru önergesini yanıtladı:  2009-2012 yılları arasında, töre, kan davası, namus cinayeti, aile içi şiddet ve benzeri olaylarda bin 411 kadın cinayetinin işlendiğini söyledi.
 
1. Dünya yüzünde hiçbir yerde böyle bir zulüm görülmemiştir. Buna 1994’ten bu yana seri kadın cinayetlerinin arttığı, “ölüm tarlası” olarak ün kazanmış, filmlere konu olan Meksika’nın “Juarez” bölgesinde bile bu kadar çok kadın kardeşimiz öldürülmedi. 
2. Bu rakamı biz açıklasak hemen tepki verecek olan Fatma Şahin neden suskundur? Sürekli kadın cinayetlerinin azaldığını iddia eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın açıkladığı öldürülen kadın sayısı, bundan çok çok azdır. Bu neye göre böyledir?
3. İçişleri Bakanı’nın işi böyle bir rakam açıklayıp susmak mıdır peki? Bu kadar ürpertici bir gerçeğin sorumlusu olarak bunun üzerine gidileceğini, alınacak önlemleri de beraberinde açıklaması gerekmez mi? 
4. Meksika’da, dünyanın her yerinde ve Türkiye’de bu kadın kardeşlerimiz “doğal ölüm” ile değil, insan eliyle uygulanan şiddet sonucu can vermektedir. Yani, hiçbir sağlık sorunu olmayan, genç insanlar olarak, ölmeyebilir, yaşayabilir olanlardır onlar. 
 
Şimdi AKP kadınlardan sürekli “doğal doğum” istiyor.  Bu kadar doğalcı olanlar, bir kez de “doğal ölüm” isteseler ya.
 
Bu rakamlarını hiçbir beis görmeden açıkladıkları yaşayan, gerçek, kanlı canlı insanların, her biri ölmeyebilirdi.
 
 
*
Ahmet Atakan kardeşimiz, yıllardır ve en son Gezi Direnişinde bütün bir toplumun iyiliği uğruna can vermiş bütün kardeşlerimiz gibi genç yaşında ölümsüz oldu. Böyle yaşayacak halkların vicdanında.
 
Ama Ahmet ölmeyebilirdi.
  
Ahmet düştüğü için ölmedi.
 
Eğer Abdullah Cömert’in katilleri yargılansa idi, Ahmet yaşardı.
 
Eğer Ethem Sarısülük’ün tetikçisini bu kadar saklamasaydı devlet, 
 
Mehmet Ayvalıtaş’ın üzerine yürüyemezdi hiç kimse,

Medeni Yıldırım’a ateş açılamazdı. 
 
Ali İsmail Korkmaz kardeşimizin faillerinin ise, onu kaybedişimizden epey sonra yargılanacağını duyduk. Bu bile mücadele sonucu gerçekleşti.
 
Tam Ahmet’in can verdiği gecenin bir ertesi gün,
 
Ali İsmail’in katillerinin yargılanacağı haberi düştü ya bültenlere, bu haber eğer bir gün önce duyulsaydı bile,
 
Ahmet yaşardı.
 
Ahmet düşerek ölmedi.
 
Gezi’nin, Uludere’nin, bil cümle zulmün ve 12 Eylül’ün hesabı verilseydi Ahmet yaşardı. 
 
12 Eylül demek, Berfo Ana demektir. Cemil Kırbayır’ın hesabı verilse, anamız oğlunun kemiklerine ulaşsaydı, ona sarılıp yatabilseydi sonsuzlukta, onun torunu yaşındaki genç insanların annelerinin içi yanmazdı şimdi böyle. 
Şimdi Antakya’da, Ankara’da, İstanbul’da, Lice’de içi yanan annelerin, Berfo Ana gibi bir örnekleri var ya,
Katilleri saklayan herkes korksun, onlara hesap vermedikçe sonsuzdur bu annelerin ahı. 
*
 
Gözaltında kadınları sürekli taciz eden polise “kahraman” demeseydi, onları kınasaydı başbakan, bu kadar çok kadın kardeşimiz öldürülmezdi erkek şiddetiyle.
 
Ve aslında sokakta anayasal haklarımızı kullanabilseydik, hiç kimsenin burnu bile kanamazdı, yıllardır pek çok örneğini gördüğümüz gibi.
 
İşte AKP’ye bugün bu kadar makul, bu kadar temel olan şey; kendimizi ifade hakkımız fazla geliyor. 
Nerdeyse  “doğal ölüm”  fazla geliyor AKP’ye.
 
Bu kadar doğalcısın madem AKP, biraz da ölümler doğal olsun, kadınlar, genç insanlar, işçiler, hayatta kalsın ancak doğal yollarla aramızdan ayrılsınlar, bir de bunu savunsana?
 
Ne oldu? Çok mu ters bu sana? Doğal olarak her canlı gibi yaşamak istiyoruz, senin demokrasinin bu düzeyine bile mi tahammülün yok?