“Türkiye’de acımasızca kadın cinayeti var”.
Bu cümleyi duyunca, kesin “Kadın Cinayetlerini Durduracağı Platformu” söylemiştir diye düşünebilirsiniz. Platform il il, adliye adliye kadın cinayetleri davalarını takip edip, öldürülen kadın kardeşlerimizin aileleri ile adalet aradığından böyle düşünmeni normaldir de.
Ama hayır, bu cümleyi geçtiğimiz sene ülkenin en yetkili, etkili adalet mercilerinden birinin başındaki kişi, Yargıtay Başkanı söylemişti. Ardından da, bu cinayetlerde indirim uygulamayacaklarını, üstüne gideceklerini açıklamış, kadınların bir parça içini rahatlatmıştı.
Aynı dönemde başbakan dahi, “bu nasıl adalet” diyerek her gün bir kadın kardeşimin öldürülmesine isyan etmişti.
O dönemlerde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de, iyi kötü uğraşıyordu.
Türkiye’de kadınların yaşadığı en büyük acısıydı bu. Herkes uğraşmak zorundaydı da.
Geçen zaman içinde, kadınlar mücadelelerine devam edince, onları korumak için görevini yapmasını gerekenler de, bir parça bunu yerine getirince, bu hemen sonucunu verdi. Örneğin Nisan ve Mayıs aylarında kadın cinayetlerinde biraz gerileme görülmüştü ve bu bile ne kadar önemliydi, ne kadar. Hayat ve ölüm arasındaki fark kadar önemliydi. Hani başbakan, “bir insanın ölümü” ne anlama gelir anlatıyor ya, işte öyle bir den fazla kadın kardeşimiz hayatta kalıyor demek ki diye seviniyorduk.
Fakat şimdi son iki ayda ne oldu?
Her gün birçok faklı ilden, çok sayıda kara haber alır hale geldik; kadınlar bebeğini emzirirken, üzerine benzin dökülerek, tüfekle yüzü dağıtılarak öldürüldüler.
Neden kabus geri geldi peki? Bu aylarda ne oldu da böyle oldu?
Ben söyleyeyim; Gezi Direnişinde erkek polisin uyguladığı açık devlet şiddetinin “destan yazdılar” diyerek arkasında duran bir başbakan olursa, sonuç bu olur işte. Toplumda şiddet sarmalı ne zaman yükselse, acısı hep kadınlardan çıkar. Bu polis, direniş sürecinde gözaltında taciz de uygulayan polisti, Bütün bu yaptıkları başbakan tarafından onaylanınca, sonraki günlerde burnunun dibinde Beyaz Bal’ın 27 bıçak darbesi ile öldürülmesine izleyici kalabilecek duruma geldi.
Aynı zamanda bu dönemde, devlet kanalı TRT’den yayınlanan kadınlara yönelik ayrımcı söylem cezasız kaldı, başbakan kadınları sadece bir çocuk doğurma aracı olarak gören tutumuna devam etti, her hafta AKP’nin yeni bir kadın düşmanı politika ve söylemi gündeme geldi.
Şimdi son olarak, toplumda sözünün bir etkisi olan bir merci; Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, belki BM’e haklı bir eleştiri yapacakken, tuttu “kadınların yaşam hakkı” nı harcadı.
Tabii ki, insanlığa karşı cinayetlerle uğraşılsın ama kadınların her gün hayatını erkek şiddetiyle kaybetmesi, ikinci planda ele alınacak mesele midir?
Olması gereken zamanda kadınları hiç anmayan, araya karıştırmayanlar, neden böyle zamanda işe karıştırır?
AKP böyle yaptıkça, işte SGK’nın kadın başkanı da, başbakanı bile geride bıraktı, kadınlardan tam 5 çocuk istedi.
Adı üstünde; Sosyal Güvenlik Kurumu. İçinde güvenlik olan bir kurumun sorumlusu olacaksınız, Türkiye’de kadınların can güvenliği bile olmayacak ve böyle konuşacaksınız. Mehmet Görmez madem böyle acıları önceliğine göre sıralamaya çok meraklı, SGK Başkanı’na da şimdi dönüp dese ya, “önce cinayetlerle uğraşın” diye.
SGK başkanının bir kadın olarak böyle konuşması ise elbette talihsizliktir ama kadınlar doğası gereği “barışçıl”, “”kadınları savunan” değildirler zaten. Yaşadığımız her şey politiktir. Her kadının ve erkeğin ne söylediği kendi dünya görüşüne göre şekillenir.
Biz de bu yüzden sokaktan tribüne, forumdan yerel seçimlere her yerde daima politik olmalı, politik kalmalıyız.