Hitler konusunun gündeme gelişi nasıl tesadüf değil ise Diyanet’in her gün yeni bir fetva ile gündeme gelişi de tesadüf ya da komplo değil. Diyanet fetvalarının çoğunlukla kadınlarla ve çocuklarla ilgili oluşu da böyle. Ve aynı zamanda Hitler olmakla, böyle bir Diyanet olmak birbirinden öyle bağımsız konular da değil.
Şunu ifade etmek istiyorum: Türkiye’de artık geldiğimiz noktada bu konular, insan haklarının parçası olarak bir evrensellikle ele aldığımız inançlar ve değerlere saygı meselesi olmaktan çıkmıştır.
28 Şubat döneminde tanklar “başörtüsü” nezdinde inanç özgürlüğünün üzerine yürürken durum farklıydı. Nitekim inanan insanlara karşı hak ihlalleri söz konusu olduğu için de, böyle bir zeminde AKP doğup, güç kazanabildi.
Şimdi ise AKP’nin komuta ettiği tanklar, kendine benzemeyen ne varsa onun üzerine yürüyor. Ama AKP için bu 28 Şubat hiç bitmiyor, yeri geldiğinde kendisi muhalefete “o dönem bitti” diye uyarı çektiği halde, işine geldiği her durumda bu dönem devam ediyor da hala kendisi mağdur oluyormuş gibi davranıyor. Bu mağdurluğun sonu yok, ölçüsü yok. Mesela Diyanet’in “ensesti” aklayan rezil fetvalarından hemen sonra iki ayrı şehirde iki kız çocuğuna babaları tarafından cinsel istismar yapıldığı haberi aldık. Fakat bizde bu iki kız çocuğundan bile mağdur biri hep kalıyor geriye. İşte o kalan mağdur mutlaka AKP’dir, Erdoğan’dır, devlettir.
Ne sonu gelmez mağduriyetmiş bu kardeşim?
Çocuklar öldürülür ama mağdur olan AKP’dir.
Çocuklar istismar edilir ama mağdur Diyanettir.
Çocuklara yapılan kötülükler, gerçekler dile getirilir, devlet mağdur olur.
Bilim insanları barış ister, Erdoğan mağdur olur, onu korumak isteyen mafya bozuntusu “kanınızla duş alacağız” bile der ama akademisyenler “mandacı”, tehdit edenler ise mağğğ… artık yazılamıyor bile...
Bütün bu hikaye yalan olduğu için yazılamıyor. Gerçek şu; AKP emrindeki tanklar sadece Kürt illerinde yürümüyor, bütün memleket sathında yarattığı etki ile en ufak bir farklı söze karşı yürüyor. Showmen’e, öğretmene, akademisyene, öğrenciye, kadına, çocuğa, Alevi’ye, turiste, kısacası Türk-Hanefi-Müslüman-Erkek-AKP’li-Erdoğancı olmayan herkesin üzerine yürüyor.
*
Herkesin tek bir insana benzediği bir toplum olabilir mi?
Böyle bir yer, bütün kum tanelerinin birbirine benzediği bir çöl olabilir ancak. Orası da çöldür, çöl. Sadece kendisine benzeyen bir toplumu yönetmek isteyen gidip çöle başkanlık etmelidir.
Ama tarihte bu saçmalığı deneyenler çıkmış, içlerinde Hitler de en ileri gideni olduğu için gündemimize gelmiş bulunuyor.
“Kadın için öncelikli, en iyi ve ona en uygun yer ailedir; onun yerine getirmesi gereken harika bir görevi vardır: Halka çocuklar armağan etmek”
Sizce bunu kim söylüyor? Peki ya nerede ve ne zaman çok çocuk doğuran annelere madalya verilmiş?
Dört ve beş çocuk için bronz, altı ve yedi çocuk için gümüş, sekiz ve daha fazla çocuk için altın madalya ile ödüllendirilen anneler Nazi Almanya’sında, bu sözler de Hitler’indir. Bunlar olurken Yahudi kadınları dışında kürtaj yasaktı, “kadın kurtuluşu, hak ve özgürlükleri” Hitler’e göre cinler arası yerleşik düzeni yıkmak isteyen “Yahudi buluşlarıydı”.
Sonra o madalya verdiği annelerin çocuklarının milyonlarcasını cephelerde öldürdü Hitler. Sadece o çocukları değil kendine benzemeyen elli milyon kişinin, birbirinden farklı büyük bir insanlığın katili oldu.
*
Şimdi Diyanet’e bütün bunların ışığında bakalım:
Her şeyden önce bir toplum fetvalarla değil hukuk ile yönetilir. Kadınlarla, erkeklerle, çocuklarla ve özel alanla ilgili konular Medeni Hukuk ile düzenlenmiştir. Evet, inançlar bir toplumsal gerçektir. Ama Türkiye de çoğunluğu Müslüman olan farklı din ve mezheplerin yaşadığı bir hukuk devletidir. Diyanet’in sürekli Hanefi Müslümanlar için fetva vermesi en hafifinden mezhepçilik anlamına gelir.
28 Şubat geçti gitti, şimdi tam tersine tüm topluma İslami yaşam tarzının dayatılması ile karşı karşıyayız. O dönemdeki inançlara özgürlük mücadelesi yerini, uzun zamandır laikliği, kadın hak ve özgürlüklerini savunmaya bırakmış durumda.
Ama daha vahim olan şudur; artık bu mezhepçiliği siyaseten Hitler gibi yürütmek isteyen bir rejimle karşı karşıyayız. Diyanet, ülke tarihinde hep olduğu gibi şimdi bu rejimin temel toplumsal aracı konumunda. Ve bütün bu kabul edilemez gidişat, bilinçli bir tercihle planlı olarak önümüze geliyor. Komplo filan yok. Aksine Diyanet’e ayrılan bütçe, Aile Bakanı’nın koşa koşa ziyaret etmesi vb. çok sayıda kanıt var. Bunu görmemiz hem kadın hem de demokrasi mücadelesinde, bizim de bilinçli ve planlı olmamız bakımından önemli.