Türkiye demokrasi tarihinde köşe taşı olabilecek Ergenekon davası karara bağlandı.
Hiç şüphesiz, 2007’de Ümraniye’de başlayan, ortaya çıkan şey, sadece orada bulunan bombalar değildi. Ardında, Türkiye’de demokrasiyi her on yılda bir kesintiye uğratan darbecilik geleneği, Susurluk’tan Şemdinli’ye uzanan hain pusular vardı Ümraniye’nin.
Erbakan Susurluk için “fasa fiso” demişti. AKP, buradan aldığı ders ile Ergenekon’a fasa fiso demek yerine, 6 yıl, 14 dalga, 23 ayrı dava, üç yüz kusur duruşmayla sürdürdüğü bir hesaplaşma başlattı.
AKP’nin bu hesaplaşmayı nasıl ele aldığını ise bugün davanın sonucuyla daha açık görür hale geldik.
Açılırken sonuna kadar haklı olan Ergenekon davası, kapanırken ne kadar haksız.
Ergenekon’da sonuna kadar gidilmeli derken, AKP hukuksuzlukta sonuna kadar gitti.
Mehmet Ağar ve Tansu Çiller de olduğu yerde duruyor. Demek ki Susurluk AKP için de “fasa fiso” imiş. Güncel olarak kendi varlığını tehdit etmeyen her tür derin yapı, AKP için gözünü diktiği milliyetçi oyları toplama aracına dönüşüyor. Ergenekon davasında cezaları bile, oy hesabına göre düzenliyor.
*
Tabiatı gereği kendisi demokrat olmayan sağcı AKP kendi varlığını korumak, Erbakan gibi olmamak istiyordu. Ondan demokrasi tarihinin bütün sorunlarını çözmesi beklenemezdi.
Ama bir yedi başlı ejderha, Sabahattin Ali’nin bir tarlada ölü bulunmasından bu yana süren derin devlet, kuyruğundan yakalanmıştı. Ergenekon davası kontrgerilla ile 12 Eylül nezdinde darbecilikle hesaplaşmak için tarihsel, nesnel bir imkân olabilirdi.
Soyut konuşmaya gerek yok, dava açılır açılmaz yaşadığımız somut gerçek; Cumartesi Annelerinin tıpkı bir yeraltı kaynak suyu gibi anında yeniden meydana çıkmasıydı. Evlatlarını onlardan alan, isim isim bildikleri karanlık şahısları ilk defa parmaklıklar ardında gördüler.
Bu evlatlarının kemiklerine kavuşmak için sarsıcı bir umut ve heyecan yarattı.
Evet artık bu insanlık suçları, orduya yaslanarak rahatlıkla uygulanamayacak, bu iyi.
Ama bugün de anneler evlatlarını polis kurşunuyla, sivil faşistlerin sopalarıyla kaybediyorlar.
Ve AKP hesap vermiyor.
AKP, kendi varlığını korumayı, rahatlıkla faşizm yapabilmek için istiyor.
Çünkü ikincisi, Ergenekon’dan darbelerle hesaplaşmaya giden yolun da köşe taşı 12 Eylül davası idi. Kendisi bir 12 Eylül ürünü olan AKP, Ergenekon’un içini hukuksuz biçimde ne kadar doldurdu ise, 12 Eylül davasında da içeriğini boşalttı. Darbelerle hesaplaştığını söylerken, darbeci generalleri “devlet büyükleri” olarak ağırladı. Başbakan’ın bütün Türkiye gözü önünde söz verdiği Berfo Ana, yerinde rahat yatamıyor; oğlunu ve katillerinin gerçekten yargılanmasını bekliyor hala.
*
Üçüncüsü, davanın hukuki yönü haklı olarak çok tartışmalı, daha da çok tartışılacağa benziyor. AKP’nin her istediğini istediği gibi bir torbaya sokması, her şeyin bir çorbaya
dönüştürüp, bizden de olduğu gibi kabul etmemizi beklemesi, tam bir adaletsizlik.
Ceza Kanununu ve bütün hukuku, artık varlığını korumak ya da parlamentoyu korumak için değil, sadece kendi sübjektif çıkarları için kullanıyor AKP.
Dava sürecinde tutukluların ve yakınlarının temel haklarından mahrum bırakılması ve bir dizi hukuk ihlali, yargılanan kim olursa olsun, kabul edilemez. Ne demek yakınlarını bile davaya almamak? Tarlaları bile gaza boğmak?
Dördüncüsü, bu faşizm Silivri’den Rojava’ya da uzanıyor. Rojava, Şemdinli ile hesaplaşmıyorum demek. Ve her şeyi barış sürecine bağlayan AKP, kendi TOMA’sını niye buna bağlamıyor hiç belli değil.
*
Demek ki, darbecilikle hesaplaşma ile AKP’nin faşizmini ayrı ele almak lazım.
Türkiye’de bir daha darbe yapılmasının yolunun kapanması, toplum için çok hayırlıdır.
Ama AKP bunu yaparken, çoğunluk oyları ile seçilmiş her hükümetin, anayasal hakları dahi çiğneyerek, hukuku kendi çıkarları için eğip bükerek, her tür faşizmi uygulamasının yolunu açıyor. AKP şimdi her çok oy alan parti için böyle bir gelenek oluşturuyor.
Neden sonsuza kadar çoğunluk olacağına ve iktidarda kalacağına niye inanıyor ki? Bu memleket çok ANAP’lar, DYP’ler gördü.
Keser döner sap döner, bugün kesip biçtiği temel haklar, bir gün AKP’ye de lazım olur.