İkna şart koşulamaz
Siyasal bir tartışma sadece farklı düşünen tarafı ikna etmek üzere yapılmaz. Tartışma sonunda farklı düşünen her bir tarafın farklı düşünmeye devam etme hakkı vardır. Mutlaka ikna etmek ya da tam bir ortaklaşma yaratmak üzere ısrarcı olmaya kalkışılması demokratik değildir.
Sadece anlatmak anlaşmaya yetmeyebilir
Toplumsal-siyasal tartışmalar sadece karşılıklı fikir açıklamalar veyahut bilgi vermeler üzerinden sonuca ulaşmayabilir. Her sorun bilişsel ya da pedagojik yoldan çözülemeyebilir. Büyük ve önemli tartışmaların bir sonuca ulaşabilmesi birçok kez bazı tarihsel dönemeçlerin aşılmasını gerektirir. O tarihsel dönemeç, o an bütün toplum tarafından açıkça görülmeden bir kanaat oluşmaz. Bu hayatın normal seyridir.
Dengeyi katkı verme düzeyi yaratır
Bir siyasal birlik bütün tarafların gücünü, emeğini ve katkısını bir hedef doğrultusunda ortaya koymasıyla oluşur. Siyasal tartışmanın ancak bununla birlikte bir anlamı vardır ve bunun sayesinde bir denge ortaya çıkar. Diğer bütün konumlar ikincildir. İnsanın emek vermesinin bütün değeri yaratan süreç olduğunu saptayanlar, bir siyasal hedef için emek sarf edenlerin kıymetini bilirler.
Emek sarf eden söz de sarf eder
Bir siyasal hedefe doğru giderken, o siyasal süreç içerisinde emek veren herkesin tartışma yürütme, ağırlığını koyma hakkı doğar. O nedenle tartışma yapılırken emek vermiş ama fikirleri birbirine uzak çizgiler bir araya gelir. “Ben bu kişiyle mi tartışacağım” denilemez. Emek vermiş olan herkes, gelir tartışır. Emeğini kabul etmiş olduğunuz herkesin tartışma hakkını da otomatikman kabul etmiş olursunuz.
AKP’nin anti-demokratik ve neo-liberal politikalarına karşı koymak
Hiçbir aklı başında insan AKP’nin anti-demokratik ve neo-liberal uygulamalarına karşı mücadele ederken yanı, önü ve arkası boş kalsın istemez. Bu nedenle böyle bir karşı koyma mücadelesi içinde emek verme niyetinde olan herkes yer alabilir. Karşı koyma mücadelesinin siyaseti budur. Karşı koyma mücadelesi içinde bulunan herkesle anlaşamayabilirsiniz. O nedenle sadece bir karşı koyma zemininde bir araya gelmişsinizdir. Zira tamamen anlaşıyor olsaydınız örneğin aynı parti çatısı altında olurdunuz. “Tayyip saysana kaç kişiyiz baksana” sloganı kişilerin niteliği üzerine bir şart ileri sürmez. Sürmemelidir. Tayyip’in sayacağı kişilerin Taksim’deki TOMA’nın karşısında duruyor olması yeterlidir.
Ansiklopedi gibi olmaz
Karşı koymanın meclisinde konuşuyorsak her konuyu bir ansiklopedi gibi ele almanın imkanı yoktur. Taksim Gezisi’nde insanlar ağaçlar kökünden sökülmek istenirken yaşam alanlarını savundular ve bu onları yaşam tarzlarını savunmaya kadar götürdü. Taksim’im meselesi şu an itibariyle budur. Konuşulacak konu esas olarak AKP’nin anti-demokratik ve neo-liberal politikalarıdır. Bunun dışındaki konuların ön plana çıkması, karşı duruşun birlik gücünü azaltma tehlikesini yaratır. Önemli olan bir elmas kadar kıymetli birleşme noktalarını tespit etmektir.
Halk meclisimiz parlamento kadar demokratik olabilmeli
Eğer demokrasi talebiyle AKP’ye karşı mücadele ediliyorsa kimse Gezi Direnişi’nin içinde BDP’liler yer almasın diyemez. Eğer BDP’li arkadaşlarımız ağaçların sökülmesine, yaşam tarzımıza müdahale edilmesine, AKP’nin anti-demokratik ve neo-liberal politikalarına karşı çıkıyorsa her zeminde bulunma hakkına doğal olarak sahiptir. BDP’liler parlamentoda, MHP’lilerle bile aynı çatı altında bulunabiliyorken, Gezi Direnişi’nin meclisinde BDP’lilerin görüşlerini dinlemekten kaçınmak mümkün olamaz. Bu halk meclisi, beğenmediğimiz parlamento kadar demokratik değil midir?
Her kesimin son hedefi değil, güncel ortak hedef
Kürtler bir BDP’li olarak konuşmasın denilemez. Kürtler kendi sorunlarını dile getirerek elbette ki konuşabilirler. Ülke bir bütünse, sorunlar da bir bütündür. BDP’nin mevcut direnişin hedefi Kürt sorununun çözümü olsun gibi bir talebi yoktur. Sosyalistlerin sosyalizm, sosyal-demokratların CHP’nin iktidarı, anarşistlerin devletin yıkılması gibi bir güncel talebi olmadığı gibi. Zincirin bütün halkaları aşındırılamaz. Mümkün olan zinciri en zayıf halkasından koparmaya çalışmaktır. O nedenle hep aynı halkaya, güncel ortak hedefe, yani AKP’nin anti-demokratik ve neo-liberal politikalarına vurmalıyız.
Hiçbir referans kürtleri yok saymaz
Kürtler vardır. Eğer Deniz Gezmiş’i bir kahraman olarak görüyorsak son sözleri “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” olmuştur. Eğer Lenin’i rehber kabul ediyorsak kendisi devrimden sonra yeni uluslaşmakta olan Başkırtlarla görüşme yapmaktan geri durmadı. Her ulusun bir sovyet, bir sosyalist bir cumhuriyet kurabilmesini sağladı. Eğer Mustafa Kemal’i büyük bir önder olarak görüyorsak, Mustafa Kemal TBMM’yi kurarken orada Kürtlerin de olduğunun bilincindeydi. BDP’nin görüşlerine katılmayanlar isterlerse onlara bir haklılık payı bırakabilirler, istemezlerse bunu da yapmazlar. Fakat “BDP’liler, Gezi Direnişi’nin meclisinde söz hakkına sahip olamazlar” denilemez.
Bütün bu yaklaşım tarzlarını dikkate almak daha şık bir demokrasi görünümü ya da nezaket için değildir. Başka çaremiz yoktur. “Çare Drogba” değil demokratik işleyiştir.