Kemal Kılıçdaroğlu çıktı ve cumhurbaşkanıyla görüştü.

Kimin adına görüştü? CHP adına.

Peki Taksim Parkı  ve Meydanı için direnen sadece CHP miydi?

Elbette ki hayır.

Öyle ise CHP dışında kalanlar da görüşmeleri yürütecek bir sözcü heyeti yaratmalıdır. Bu sözcü heyet Taksim için direnmiş herkesin adına görüşmeler yapmalı, konuşmalı ve herkesi temsil etmelidir.

“Neden?” diye sorulamaz dahi. Bütün politik hareketler ya da toplumsal hareketler böyle yapar.

Bu hareketlenmeyi kimlerin temsil ettiği ve ne istediği belirsiz bırakılamaz. Belirsiz bırakıldığı her durumda bu Türkiye’de en gerici güçlerin işine yarar.

Bu hareketlenmeden bir barış süreci karşıtlığı ya da bir darbe yapılmasını talep eden eğilim çıkartılabilir.

Bu hareketlenme AKP’nin anti-demokratik uygulamalarını karşı halkın bir öfke patlamasıdır.

O halde itirazlar ve talepler bu temelde kalmalıdır.

Devrimciler bunun dışında bir yöne kayılmasını kabul edemez.

Büyük tehlike bu eksenin kayması  ihtimalidir. Susurluk protestolarının sonu bu olmuştur örneğin.

Böyle bir sonu istememek yeterli değildir. Önemli olan böyle bir sondan uzak durularak doğru bir rotaya girmenin hangi siyasetlerle olacağıdır.

Hepimiz biliyoruz ki Taksim Parkı için eylem yapanlar görülmedik düzeyde bir büyüklüğe sahip olmakla birlikte, beş benzemezdir. Ortada bütün hareketlenmeyi yönetebilecek genel, kapsayıcı, güçlü bir sol yapı yok. Her sol yapı mücadelenin sınırlı bir alanında yer tutuyor.

Tehlikeli boşluk da bu.

Eğer önümüzdeki zamanı gerçek sol yönetemezse, gerici güçler yönetir.

Bundan kurtulmak için hareketlenme doğru ve tanımlanmış taleplerini belirlemelidir.. Bunun yapılması için de eylemlerde yer alan CHP dahil herkesle oturulup konuşulan biz zemin yaratmak gerekir. Bu zemin süreci kontrol altında tutmalıdır. Bu zeminin temsilcileri de yetkililerle bir muhataplık ilişkisi kurmalıdır. Çünkü biz muhatap olmaz isek başkaları olacaktır.

Bu hareketlenmedeki düzensizlik devam ederse bu kesinlikle devrimcilerin aleyhine gelişir.

Eğer bu hareketlenme halkın geri çekilmesinin sağlanması sonucunda devrimcilerin ibreti alem için ezilmesiyle biterse, sonuçları uzun vadeye yayılır ve çok kötü olur.

Eğer bu hareketlenme, AKP’nin şiddet dozunu yükseltilmesi üzerine, askerlerin darbe  yapmasını talep eder ve bu gerçekleşirse, darbe sonrasında AKP’yi arar hale gelebiliriz.

Eğer bu hareketlenme barış süreci karşıtı bir havaya büründürülür ve barış yapabilme imkanı ortadan kaldırılırsa, yakalanan bu şansı uzun bir süreliğine kaybetmiş olabiliriz.

O nedenle süreç sadece eylem yapmaktan ve eylemlerin teknik gereklerini nasıl yerine getireceğimizi konuşmaktan ibaret olamaz.

Süreci siyasal olarak nasıl yöneteceğimizi ve hangi kolektif araçlarla yöneteceğimizi belirleyip çarçabuk harekete geçmeliyiz.

Aksi takdirde inisiyatif çok yakın bir zamanda elimizden tamamen çıkıp gidebilir.

Gitmedi mi?

Bundan önce birçok kez gitti.

Açlık grevleri zamanında olduğu gibi Yaşar Kemal, Zülfü Livaneli, Akın Birdal ya da yanı sıra başka isimler bütün bu hareketlenmeyi temsil edebilir. Bu durum derin güçlerin inisiyatifi ele geçiriyor olmasından tek kurtuluş yolumuzdur.

Bu insanlar bizim adımıza görüşmeler yapabilir.

Hükümete kesin bir dille ağaçların kesilmeyeceğini söyletmeleri bile büyük bir kazanımdır.

Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi yasaklarının kalkması büyük bir kazanımdır ve şimdilik yeterlidir.

Devrimciler bundan sonra zaman kazanmalıdır.

Örgütlenme, koordinasyon, temsiliyet ve inisiyatif kazanmak için, zaman kazanmalıdır.

Mevcut gelişmeleri yorumlamalı ve sindirmelidir.

Bu yaşanan halk hareketlenmesi bu topraklarda görülmemiş bir rönesanstır.

Bu ülkenin insanları bu hareketlenmeden sonra artık aynı insanlar olmayacaklardır.

İnsanlar gazın, suyun, plastik mermilerin üzerine yürümüştür.

Taksim yasağı için yürümüştür, ağaçlar için yürümüştür, içki yasağı için yürümüştür, metroda ahlaken uyarılmamak için yürümüştür bütün gerici AKP politikalarına karşı yürümüştür.

Bunu bu ülkenin özgürleşme tarihine altın harflerle yazmalıyız.

Bu sefer yenilmemeliyiz, bu sefer bu kazanımı heba etmemeliyiz.

Bir sonraki direnişe güçlenerek çıkmalıyız.

Şimdiki seferle, sonraki sefer aralığında bir nefes alabilirsek neyin ne olduğunu anlayabilme olanağı yakalayabiliriz. Ak koyunu kara koyunu, dostu düşmanı ayırt edebiliriz. Halkımızın ve devrimcilerin bu çarpışmadan çok büyük özgüven yüklenerek çıkmasını sağlayabiliriz.

Bu özgüveni bir kez kazanabilmek hayati önemdedir. Halkımız bu özgüveni bir kez kazanırsa sonraki bütün aşamalarda, bütün dengeleri bozabilme gücüne ulaşıverir.

Başarılı olamaya da başarısız olmaya da çok yakınız.

Taleplerimizi, temsilcilerimizi ve koordinasyonumuzu belirlersek halkımız kazanır.

Taksim halkımıza layıktır.

 Hakan Öztürk / hakanozturk1871@gmail.com / 2013.06.04