Gazetede yazı yazan biri, mektep medrese görmüş biri ya da televizyona çıkıp konuşan bir yorumcu…
Eğer kendisini herhangi bir ahlaki yük içinde hissetmiyorsa ne yapıyor?
İşçi olanları, zor koşullarda çalışanları ya da hiç işi olmayanları kolayca aşağılıyorlar.
Hatta dönek Çetin Altan insanları “meslekleri yok” diye hakir görürken bunu çok özel bir analiz yapıyormuş gibi sunuyor.
Onlar yırtmışlardır ya. Onlar paşa çocuğudurlar ya. Onlar cemaattendirler ya. Onlar kolejlidir ya. Sırtları yere gelmez diye güvenlidirler. Buna dayanarak yoksulluk çeken sınıflara tepeden bakarlar.
Yoksulların yoksulluğu hak ettiklerini düşünürler.
Hem kendilerini rahatlatırlar, hem sevinirler, hem de böbürlenirler.
Babaları sağ olsundur. Lale Devri çocuklarıdırlar, ahh ah!
Bunlarla karşılaşınca insan onlar adına utanır aslında. Konuşmak zorunda kalınca kendinizi zor tutarsınız.
İsa’nın, Musa’nın, Muhammed’in ahlakıyla da bir alakaları yoktur. Sıradan bir burjuva devriminin biçimsel eşitlik
idealiyle de. İzledikleri bir filmde bile iyi karakterden yana olmamış gibidirler.
O kadar berbat tiplerdir yani.
“Mademki zenginlerin hakimiyeti var ve mademki bizler de zengin sofrasına yanaşmışız elbette ki yoksulları hor görebiliriz” diye düşünürler.
Zenginlerin dünyasından zarar gören yoksullardır. Yoksullar yenilmiştir.
Düşene bir tekme daha vurulur onlara göre.
Olay bir düşene gülme vakasıdır.
Evet bu hikaye belli bir periyoda kadar doğrudur.
Yoksullar çok zarar görür, hep zarar görür, her yönden zarar görür ama tek zarar gören onlar olmaz.
Zarar görenler sadece işçiler, köylüler, gençler ve kadınlar olsaydı hadi neyse. İlerleyen vakitlerde işler değişir.
Mal-mülk sahiplerinin hakimiyet dünyası sanıldığı kadar “temiz bir bomba” değildir maalesef. Sadece yoksulları öldürmez. Kapitalizm mikrokozmosunda işçi sınıfı örselenirken, makrokozmosunda bütün bir dünya yok olur.
Kapitalizmin rekabet edebilmek için kar edebilme savaşında köylülerin çaresizliğiyle alay edebilirsiniz belki ama dereler tamamen yok olduğunda bunu yapamazsınız. Derelerin yok olmasının ucu herkese dokunacaktır.
İşçileri ölümün ıslah etmesine taraftar olabilirsiniz. İşçiler ölümüne güvenliksiz ve yoğun çalıştırılsın, geri kalanı da işsiz kalırsa kalsın diyebilirsiniz. Ama en sonunda insanlığın büyük bir çoğunluğunun işsiz kalması herkes için bir felaket olacaktır.
“Normal insanların” paylaşımcı ve dayanışmacı özellikleri size aptalca gelebilir. Siz kanlı horoz dövüşünün rekabetini modern iktisadın gerekli bir temeli olarak görebilirsiniz. Ama herkes bilmelidir ki sonunda kaybettiğimiz yalnızca bir horoz olmayacak.
Rekabet denilen sülfürik asit şişede durduğu gibi durmaz. Sadece iki bakkal rekabet etmez. Süpermarket bütün bakkalları ezer geçer. Sadece aynı ülkelerin süpermarketleri birbiriyle rekabet etmez. Farklı ülkelerin süpermarketleri de birbirleriyle rekabet ederler. Bütün bu ülkeler ve uluslar bu süpermarketler için kurulmuştur zaten.
Farklı ülkelerin süpermarketleri tatlı tatlı rekabet edip durmazlar. En sonunda süpermarketler adına ordular rekabeti devralır ve savaşlar başlar.
Kriz sadece Yunanistan’da, Portekiz’de ve ABD’de olmaz.
Nükleer kaza sadece Çernobil’de, Fukuşima’da olmaz.
Savaş sadece Irak’ta olmaz, savaş sadece Afganistan’da olmaz, savaş sadece Suriye’de olmaz.
Kapitalizmde “sadece” diye bir mevhum yoktur. Kapitalizm bölünmez ve çok ilişkili bir bütündür.
Herkesin birbirine vurduğu dünyada bahane hep “o da bana vurdu”dur ve doğrudur.
Sizin ülkenizin süpermarketlerinin Ortadoğu’daki rekabeti için sizin ordunuz savaşın yolunu tutabilir, nokta.
*
1 Mayısta kafası kırılan işçilere gülerken ne oldu?
Savaşı korkunç yüzünü Reyhanlı’da gördük.
Savaşlar artık “süngü tak Alllah Allah” diye yapılmıyor. Devreye çarçabuk kitle imha silahları giriyor. Rekabet kitle imha silahlarının başında soluğu alıyor.
Kapitalizm, denizleri, nehirleri, dereleri, hayvan türlerini, ozan tabakasını yok ediyor.
Kapitalizm, işsizlik, kriz ve nükleer savaşlar yaratması yüzünden tüm uygarlığı yok ediyor.
Kitle imha silahları, burjuvaları, yandaş gazetecileri, dönek solcuları ayırmaz. Bu beladan kimse kendini kurtaramaz.
Son gülenler iyi gülemezse, son ağlayanlar çok feci ağlar.
O nedenle solcular olarak şunu tekrar söylemeliyiz:
“Anlatılan ne yazık ki sizin de hikayenizdir.”
hakanozturk1871@gmail.com