Aslında ben bakana da üzüldüm.

Bütün bir geleneğin, bütün bir anlayışın suçu sadece ve sadece ona yıkıldı.

Ne yaptı ki bakan?

Zor durumda olduğunu söyleyen bir genç kadına para verdi.Onunla konuşmadan geçipgidebilirdi. Ki genelde böyle yapardı. Arkasından bir gürültü kopsa bile, duymamazlıktan gelirdi. Korumalar hallederdi nasılsa.

Normalde yapmazdı. Kızı yaşındaki o genç kadını insan yerine koymuştu. Böyle bir şey yaptığını hiç hatırlamıyordu. Belki kızıyla bir ilişkisi olmuş olabilirdi. Ona da olsa olsa akıllı ol, uslu ol, sözümden çıkma diye nasihat etmişti herhalde.

Bakan genç bir kadınla ne konuşacaktı. Zaten şu an kesinlikle pişmandır. “Keşke hiç konuşmasaydım, bak ne oldu” diyordur içinden.

Bakan kendisinden bir şey isteyenlere, eğer gözaltına aldırtmazsa, en fazla para verirdi. Zaten parti de makarna verirdi, kömür verirdi. Bunda garip olan bir şey görmüyordu.

Üstelik para verilen herkes çok sevinirdi. Zıplaya zıplaya giderdi. Halktaki seviye buydu. Ağaca çıkıp intihara kalkışan adama “para vereceğim” deyince hemen inerdi. Parayı cebine koyup giderdi.

Herkesin dini imanı para gibi gözüküyordu. Eski “dava” arkadaşlarının hepsi “dava”yı bırakmış ihalelerin peşinde koşuyordu. Bu işler böyleydi. Her şeyin en güzeli Müslümanlara layık değil miydi yani?

Herkes para para diye kendini yırtarken, bu genç kadına ne oluyordu.

Gerçekten kendi için değil herkes için mi bir şey istiyordu?

Bu gerçek olamazdı.

Böyle bir ahlakın, böyle bir içli oluşun zerresi bile kalmışmıydı AKP’cilik iktidardayken.

Bu nasıl gözden kaçmıştı? Bunların kökü kurutulmamış mıydı? Ertürk Yöndem neredeydi? Yıllarca yalan mı söylemişti?

Ve bu olay, nasıl bu bakana denk gelmişti? 

Çanakkale’de Mustafa Kemal’e mi rastlamıştı İngiliz donanması.

Neden brey (Broy gibi) ya da bireyci değildi bu kadın.

Doğru dürüst, efendi gibi, kuzu kuzu bir mağdur olsaydı ya hiç değilse.

Bu mağrurluk, bu “ben dilenci değilim”ler nereden çıkmıştı?

Neden herkes güzel güzel mağdur oluveriyorken, bu genç kadın öyle değildi?

Bu kör talih değilse neydi?

Bir kanser hastası arkasında dokunaklı bir müzik çalarken haber yapılabilirdi. Herkes üzülürdü. Ah vah ederdi. Sırf onun için bir para toplanmaya kalkışılırdı ya da toplanamazdı. Şimdi neden öyle olmamıştı? Neden, neden?

Bir insan hiçbir günahı, hiçbir ayıbı, hiçbir suçu yokken bu dünyada ölüme mahkum edilmiş olabiliyordu kanser hastalığına yakalandığı için. 

Kanser hastaları terörist değildi. Kanser hastaları muhalif değildi. Kanser hastaları marjinal değildi  ama yine de ölüme mahkum edilebiliyordu bu rejim tarafından. Bu güne kadar hiç sorun olmamıştı.

Ne bebekler, ne çocuklar, ne körpe bedenler ölüyordu ama kimsenin kılı kıpırdamıyordu. Çünkü kanserin tedavisi pahalıydı. 

Bu düzen böyleydi. Format buydu.

Ger gör ki bu sefer bakanın pilavından kocaman bir taş çıkmıştı.
 
 
*
Senin dünyandan olanlar da var kardeşim, kabul edersen.
Sen hasta olmana rağmen, hepimizin iyiliğini istedin ya… Ne diyeyim, şu kalpsiz yüzyılı ayakta tutunuyorsun.
Bakan zaten buna inanamadı. O çocukları değil kendi çocuklarını severdi bu hayatta.
Dediğin gibi, şu ana kadar hiç çaresiz hissetmedi kendini.
 Ama sana yemin, sana söz onun kendisini çaresiz hissedeceği günler gelecek kardeşim.