Dans etmediler.

Gitar çalmadılar.

Yüzlerini gözlerini boyamadılar.

Hem dosyalarıyla yürüdüler.

Hem de konu üzerine akıl yürüttüler ve sonucu söylediler.

Dediler ki:

Madem ki demokrasiden bahsediyorsunuz…

Madem ki 12 Eylül’ü tasfiye etmekten bahsediyorsunuz…

O halde YÖK’ü kapatın. Yoksa biz kapatacağız.

Hükümetin bakanı şaşaladı. Bu sefer top alıştığı şekilde gelmedi.

Sordu “Ne oluyor?” diye görevlilere. Görevliler de olanı biteni anlattılar. “Efendim Genç-Der diye bir grup gelmiş YÖK’ün kapatılması gerektiğini söylüyor” diye bilgi verdiler.

Bakana bir cesaret geldi.

“Yaa” dedi.

“Bu gençlerle görüşsem ne olur ki?” diye düşündü.

Bir iki nasihat ederdi. Böylece demokrat gözükmüş de olurdu. “Ne güzel!” diye düşündü.

Çağırdı o gençlik grubunu.

Dereden tepeden konuşurken “YÖK çürümüştür” deyiverdi.

Gençler bunu dikkatle not alınca, ilk kez korktu.

“Ya bu duyulursa” diye aklından geçirdi.

Yoksa bu genç insanlar onu tuzağa mı düşürmüştü? Keşke hiç görüşmese miydi?

Sanki o şatafatlı bakan odasında şu şarkı mı çalıyordu?

“Sözlerimi geri alamam,

Yazdığımı yeniden yazamam,

Çaldığımı baştan çalamam,

Bir daha geri dönemem…”

Kulakları uğulduyordu. “Demokratmış gibi yapmak çok zor işmiş” dedi içinden. Belli etmedi.

Gençler ne yaptılar peki?

Gençler kocaman gözlerini açmış bakanı izliyorlardı.

Son derece sakindiler.

68 yılının üniversitelileri gibiydiler. Hepsi, her bir saniye tartışmaya hazır ve açıktı.

Bu dünyanın böyle olmaması gerektiğine yemin edebilirlerdi.

Yanlış hayat doğru yaşanmazdı.

Ekim devriminin alevi çok soğuk coğrafyalardan uzanıp sarıyordu onları hala.

Geçkin artistlere aşıktılar.

İyi filmler izledikten sonra gözleri nemleniyordu.

Zengin bir insanın çocuğuyla, fakir bir insanın çocuğu arasındaki farka yürekleri dayanmıyordu.

Sanki bıraksalar iki yüzyıl atlayacaklardı tarihte.

Türkiye tarihinde Mahir Çayan gibi, Fikri Sönmez gibi, Cemil Kırbayır gibi insanlara rastlamışlardı.

“Şu hayatlara bak!” dediler.

Sadece onların ahlakına yakınlık duydular.

Kendi resimlerini onların soluk resimlerinin yanına yapıştırabilirlerdi.

Ancak böyle düşününce içleri rahat edebiliyordu.

Onlardan emindiler.

AKP’nin demokrasi kelamına büyük bir şüpheye yaklaşıyorlardı.

Bakana dikkatle baktılar. İyice süzdüler.

Mevlana’nın o sözü geçiyordu akıllarından:

“Ya olduğun gibi görün,

Ya göründüğün gibi ol.”

Buna davet ettiler onu.