12 Eylül darbesi olur olmaz gözaltına alınıyor.

İşkence edilirken kelimenin tam anlamıyla “ser verip sır vermiyor” ve hükmedenlerce gözaltında kaybedilmesine karar veriliyor.
Birisi Kars’ın, Göle’nin işkencehanelerinde hepimiz adına direniyor 12 Eylül’de.
Hiç tanımadıkları için direniyor, büyük insanlık için direniyor, Devrimci Yol için direniyor.
Cemil Kırbayır emniyet amirliğinin üçüncü katından atılmadan önce siyasi fikirleri için direniyor.
Cemil yoldaş darbeye direnerek bize ilk dersimizi veriyor.
 
***
Göle Festivali’ne uzaktan bakarken alanın her yerinden gözüken, yoldaşlarının bir isyan bayrağı gibi çektikleri resmine baktım Cemil Kırbayır’ın. Şu koskoca yaylada, bu havalarda, bundan otuz sene önce bizim için dövüşmüş olanlar da vardı.
Cemil Kırbayır o koskoca yaylada hareket eden her şeyin ritmini bozmuştu bir kere.
Cemil Kırbayır sanki bütün bir coğrafyaya, doğaya, toprağa kükremişti.
Ufukla birleşen yemyeşil sonsuzluğun ortasına doğru aklın parlayan ağır kılıcıyla yürüdü.
Geleceğimiz için cenge tutuştu zülüm makinelerinin hepsiyle.
Siperden sipere ateş tokuşturanlardandı.
Onu yükseklerden düşürmeye çalıştıkça, halkının gözünde daha da yükseldi. Alçaklara karşı hep yüksekteydi ve hep yükseldi. 
O yüksek bir aklı, yüksek bir ahlakı ve yüksek bir sadakati savundu.
O Göle’de sağanak yağmurdan sonraki sıcak güneş, iki metre karın altında yanan ocağın aleviydi.
O mucizevi bir şekilde yaşamıştı.
O olduğu için insanlığımızla gurur duyabilirdik.
O olduğu için devrimciliğimizle gurur duyabilir ve göğsümüzü gere gere devrimci olabilirdik.
O devrimciliğin devam edebileceğinin imkanı ve ihtimaliydi.
İnsan ona sırtını vererek bütün zorbalara karşı savaş ilan edebilirdi.
Cemil Kırbayır’ın olması demek sosyalizmin olabilmesi demekti.
Cemil Kırbayır, güzel günler görebileceğimizin en büyük alametiydi.
 
***
12 Eylül öyle kötüdür, böyle kötüdür…
12 Eylül bizi Cemil Kırbayırların soyundan koparabildiği için kötüdür. Hunharcadır.
Berfo Ana, Mikail Abi, Fatma Abla, Necmi Abi, Cumartesi Anneleri,  bir avuç insan hakları savunucusu ve onun adını annesinin adı gibi aklında tutan yoldaşlarının çırpınması olmasa, o büyük devrimciyle bağımızı kuramayacaktık neredeyse.
Meğerse darbeye direnenler varmış değil mi?
Meğerse ülkenin en uzak noktasında, eşit, özgür ve kardeşçe bir dünyayı savunanlar varmış.
Ülkenin ilk güneş doğan yerinde Kopernik’i, Galile’yi ve Marks’ı savunanlar varmış?
Nazım Hikmet şiirleri, Mahir Çayan makaleleri ve Devrimci Yol dergileri okunmuş buralarda.
İnsanlığın aklı, ümidi ve gücü oralara kadar ulaşabilmiş. 
Düşünebiliyor musunuz?
Şeyh Bedrettin son kez gözükmüş Göle’de.
12 Eylül, çamurlu bir sel gibi Cemil Kırbayır’la bizim aramızdan geçip, bizi ayrı düşürmüş. O meğer ki öteki yakadan bize hep üzgün üzgün bakar imiş.
Güzel günler onun yanındaymış ve güneşli günler. Biz meğer çok bulutlanmışız.
Biz şimdi onun güzel ve güneşli tarafına doğru bir köprü kuruyoruz.
Cemil Abi bak kızların ve oğulların senin evinin toprağını kazıyorlar, Cemil Kırbayır Kültürevi’ni yapmak için. 
Bu kadar geç kaldığımız için affet bizi ama artık merak etme. 
Gepegenç insanlar seni anlamaya çalışıyor, senin yoluna giriyorlar.
Senin için açık bırakılan kapıdan onlar geçiyor.