Bakmayın siz başbakanın “bir daha da gitmem” demesine Davos’a.
O gitmiyor ama çok sayıda temsilcisi gidiyor.
Dünya Ekonomik Forumu’nda konuşan hükümet temsilcilerinin güllük gülistanlık bir Türkiye tablosu çizmesine de bakmayın.  
Hükümet sözcüleri iyi haberler vermeyi istiyorlar doğal olarak. Aslına bakarsanız Avrupa’yı dalgalandıran kriz ortamında Türkiye temsilcileri belirli bir hava da atabiliyorlar.
Fakat en nihayetinde Davos ne işe yarıyor ki? diye sorsanız çok iyi olur çünkü birçok yorumcuya göre Davos:
Hiçbir meseleyi çözmeyen, bir sonuca ulaştırmayan, her şeyin belirsiz, belirli olan tek şeyin ise bir tür “hava atma” olduğu bir ortam. Bu sene seçilen sloganın “Dayanıklı Dinamizm” olmasına bakılırsa, bu yorumcular haksız da değil hani.
 
Her neyse, benim bu yazıda amacım hükümet temsilcileri iyi haberler verirken, gerçekte ne olup bittiğine bakmak. Bu içinde yaşadığımız, mülk sahiplerinin zor kullanımına dayalı ekonomik sistemde çoğu kez görünen başka, onun arkasındaki çıplak gerçek bambaşkadır çünkü.
Başbakan yardımcısı Ali Babacan’a göre işsizlik verilerini, TUİK fazla gösteriyormuş,uluslararası hesaplamaya göre 1 puan düşecekmiş işsizlik.
Merkez Bankası başkanı Başçı’ya göre istihdam artacakmış.
Her ne kadar iyi haberlerle sunsalar da tabloyu, hiç kimsenin değinmeden geçemediği bir esas konu olarak kapı gibi duruyor işte orada: İşsizlik.
Şimdi bu sene Davos’ta kim konuşsa, içinde istihdam sorunu var.
Bu bize kim konuşsa bu gerçeğin geriliminde olduğunu gösteriyor.
Bu durum, işsizlik gerçeğinin gizlenemez olduğunu teyit ediyor.
 
Bu sistem “bir verip, bin alma” sistemi.
İstihdam artıyor diyor, artacak diyorlar ama işten atılanları söylemiyorlar.
Oysa elbette ki, büyüme döneminde ister istemez çalışan nüfus da artar.
Ama büyüme oranları ile karşılaştırıldığında, hak ettiği kadar artar mı istihdam? Hayır.
 
Sermaye büyür ve ilerlerken birileri işsiz kalmakta değil midir? Evet.
 
İşin sihri de buradadır: Büyüme ancak birilerini işsiz bıraktığında mümkündür.
 
Peki herkese yetecek kadar iş var mıdır? Kesinlikle evet.
 
Şimdi tutmuş, Bozbağ solcuların ekonomiden anlamadığından dem vuruyor.
Solculara kalsaymış, kimse Mercedes’e binemezmiş.
Peki Bozbağ, sizin ekonominiz de neden “Binlerce işçi, işsiz durumdayken, işçi kıtlığından şikayet edilir”?
Bu kadar akıldışı bir işleyiş kimin ekonomisinin eseridir?
Mercedes’e sadece bir avuç insan binsin, o Mercedes’leri üretenlerin bahtına ise boğaz tokluğuna çalışma ya da işsizlik düşsün diyen sizlerin eseridir bu saçmalık.
 
Solcular ise iyi araba olmasın demiyor, iyi arabalara herkes binebilsin diyor.
Demekle de kalmıyor, bir büyük çoğunluğun yararına olacak bir ekonominin; yani herkese yetecek iş, ev ve iyi arabanın planlamasını yapabilen akla da sahip, elhamdülillah.
Kuşkusuz sizin de aklınız var; ama bir avuç insanın yararına takmışsınız kafayı, aklınız öyle işliyor.
Sizin son göstergelere göre de durumunuz şu:
Öncelikle Türkiye nüfusunun hızı geçen yıla oranla azalmakla beraber, yine de artıyor: Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen “bir kilometrekareye düşen kişi sayısı”, 2011 yılına göre 1 kişi artarak 98 kişi olmuş. Bu 98, kuru bir rakam değil, yaşayan canlı gerçek insanlar demek.
98 kişinin ise neredeyse  yüzde 98’i emeğiyle geçinenlerden oluşuyor.
Emeğiyle geçinenlerin ise -örneğin 4 kişilik bir ailenin- gerekli gıda harcaması tutarı (açlık sınırı): Bin 2 lira.
Giyim, barınma, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı (yoksulluk sınırı): 3 bin 265 lira.
Asgari ücret: 773,01 lira.
Şimdi bir de gözünüzün önüne, 5 çocuk yapın sözünün karşılık bulduğunu ve anne-baba-5 çocuktan oluşan 7 kişilik aileleri getirin.
“Allah rızkını verir” ile çözülür mü bu sorun?
 

Vallahi sizin ekonomiden anlayan haliniz buysa, solcuların en ekonomiden anlamayan hali bile yeğdir.