Ambulanslar vızır vızır.

Bir göçük altından çıkan cansız işçi bedenlerini taşıyor.
Bir, onları gördükçe fenalaşan yakınlarını.
Yukarıda en sevilmeyen seslerden biri: acı acı siren sesi,
Aşağıda derin sessizlik.
Ölüm sessizliği.
 
Karaelmas diyarından gelen habere göre sekiz işçi hayatını kaybetti, haber beklenen üç işçi daha var.
Türkiye Taş Kömürü Kurumunun Kozlu’daki ocağında göçük altında kalan işçiler, Star Madencilik adlı taşeron firmaya bağlı çalışıyorlardı.
İşte taşeron çalışma neye benziyor bir kez daha ortada çıktı.
Taşeron çalışma ölüm getiriyor.
Üstüne üstlük yer altı ana galerilerini açma işi yapan bu firma, madencilikle ilgisi dahi olmayan bir inşaat şirketiydi.
Çalışan işçiler, son iki yıldır şirketin almadığı önlemler için eylemler de yapmış ve aynen şöyle seslenmişlerdi:
“TTK ile işveren arasında yapılan sözleşmede maddeler halinde yazılı olmasına rağmen, işverenin bulundurmakta zorunlu olduğu ambulans ve işyeri hekiminden yoksun çalışan bizler mi suçluyuz”?
Aynı zamanda en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadıkları barınma koşullarının düzeltilmesini de defalarca talep etmişlerdi.
İşte şimdi Türkiye’de işçi ölümlerine sebep olan başlıca sektörün inşaat olduğu da bir kez daha ortaya çıktı.
 
Evet, yıllar içinde madenlerde de çok işçi kardeşimizi kaybettik, çok.
Acıları halen kalbimizde.
Anıları, işçi ölümlerine son vermek için mücadeleye çağırıyor bizi.
 
Şimdi güncel olan, somut gerçeklik şudur:
“İnşaat, maden, taşeron” üçlüsü el ele vermiş bir şeytan üçgeni Kozlu’da şimdi.
Bu tesadüf müdür?
İnşaatler işçi öldürüyorsa,
Madenler işçi öldürüyorsa,
Taşeron işçi öldürüyorsa,
Bu tesadüf değildir. Ölümlere son vermek için gerekli önlemler neden alınmıyor?
 
Bu ölümlerin hepsi de “önlenebilir” ölümlerdir.
Şimdi Zonguldak’ın altının köstebek yuvası gibi olduğu konuşuluyor.
Ve ölen işçilerin arkadaşı televizyonda soruyor: “İlla ölmemiz mi gerekiyor bunu konuşmak için”?
 
Metan gazının yol açtığı patlama anlaşılıp alarm verildiğinde orada ambulans yoktu.
Gelen ilk haberlerde “ambulanslar hızla olay yerine hareket etti” diye yazıyor.
Sözleşmede orada ambulans olması gerektiği yazıyor.
Ambulanslar orada yoktu.
İşçiler bunu ve diğer bütün riskleri, daha önce yaptıkları eylemlerde defalarca dile getirmişti.
Devletin maden ocağında,  üstelik işçiler defalarca uyardığı halde denetim yapılmamış mı yoksa?
Bu soru takılıyor gitmiyor.
Başka her şey boş geliyor.
Hiç bir şey düşünülemez oluyor.
“Neden ambulanslar orada yoktu”?
 
Başbakan Erdoğan başsağlığı dileklerini anında gönderdi.
Bir de bu soruya cevap gönderin.
 
*
Bir de iyi haber:
Güldünya Tören davasında, 9 sene sonra barış sağlandı. Davalı iki aile dört maddelik bir anlaşma imzalayarak, barışı kalıcı kılacaklarına söz verdiler. Kız çocuklarına eğitimden, istihdama her tür desteği vereceklerini ve hiçbir koşulda fiziksel ve/veya psikolojik şiddet uygulamayacaklarını karara bağladılar. Ne kadar iyi.
Ve ne kadar yazık. Bu günleri Güldünya göremedi.
 
Şimdi bu konuda da güncel ve somut gerçek şudur;
Töre cinayetlerinde bu geldiğimiz nokta iyidir ama kadın cinayetleri devam ediyor.
Güldünya’dan sonra uğraştık didindik ve töre saikiyle işlenen suçlarda caydırıcı ceza alınmasını sağladık ve bugün faillerin şiddete karşı ant içtiği noktaya geldik.
O zaman bu durum örnek alınmalı, aynısı kadın cinayetleri için de geçerli kılınmalıdır.
Kadın cinayetlerinde caydırıcı ceza uygulanmalı, o anlaşma sırasında oradan topluma seslenen bütün siyasetçiler ve din görevlileri aynı biçimde kadın cinayetlerini durdurmak için de topluma seslenmeli,
Türkiye’de önlenebilir olduğu halde devam eden ölümlerin başında gelen kadın ölümleri durdurulmalıdır.

İşte önümüzde örnek var. Bu sefer 9 yıl beklemeyelim.