Nazım Hikmet büyük şairidir ve onun gibi bir ustayı burjuvazi çıkaramamıştır, emekçiler sınıfı çıkarmıştır. Hem de dünya şairi olarak ve dünyanın bütün emekçileri adına seslenmişti Nazım.

Dünyada şimdi kriz ve kemer sıkma, yeni yılın da gündemi.
Türkiye’de ise ekonomi büyüyor. OECD tahminlerine göre büyüme devam edecekmiş ama:
Bu sömürü düzeninde işlerin hep düzgün gideceğinin hiçbir garantisi yoktur.
Türkiye ekonomisi için de böyle bir garanti yok, bütün bu ekonomiyi yaratan esas üretken kuvvet olan emekçiler için de.
Büyüme devam etse bile, işsizlik de devam ediyor. İşte bu düzenin işsizlik gerçeğini de, Nazım Hikmet büyük ustalığıyla anlatır. Haydarpaşa garının merdivenlerinde oturmuş düşünen Galip Usta’nın düşünceleri ve soruları gerçeğin ta kendisidir:
"…İşsiz kalırsam" diye düşündü
                         22 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
                         23 yaşında.
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
                         24 yaşında.
Ve zaman zaman işsiz kalarak
"İşsiz kalırsam" diye düşündü
                         50 yaşına kadar.
51 yaşında "İhtiyarladım" dedi,
                  "babamdan bir yıl fazla yaşadım."
Şimdi 52 yaşındadır.
İşsizdir.
Şimdi merdivenlerde durup
                               kaptırmış kafasını
                                               düşüncelerin en tuhafına:
"Kaç yaşında öleceğim?
Ölürken üzerimde yorganım olacak mı?"
                                                   diye düşünüyor...”
 
Aslına bakarsanız, Nazım’ın şiiri yazdığı günden bu güne değişen tek şey işsizliğin artık çok daha genç yaşlarda başa gelmesidir. Günümüz şartlarında 50’lili yaşlara kadar çalışabilmek bile bir şans, genç işsizlik oranı sürekli yükseliyor.
Son somut olgular ise şöyle: İzmir’de işsiz kalan kadın sağlık emekçisi, basın açıklamasını dinlemeye bile dayanamıyor, baygınlık geçiriyor. Geçen yıl içinde de kocası işsiz kalmış. Bu hanenin nasıl geçineceği tamamen belirsiz şimdi.
Aynı basın açıklamasında bir diğer kadın işçi televizyonda soruyor: “ Ev için aldığım krediyi nasıl ödeyeceğim? Evimi mi kaybedeceğim şimdi”?
Ben şöyle yanıtlamak istiyorum: “ Ev için çekiliş yapalım, kazanırsan borçları ödemeyeceksin”.
Eğer işsizlik kurayla belirlenebiliyorsa, neden borçlarımız da kurayla ödenmesin ki?
Geçtiğimiz günlerde Bodrum havalimanında çalışanlar, bir de dalga geçer gibi noter huzurunda yapılan çekilişle işsiz kaldılar ise;
Ev sahibi olmak, market alışverişimiz, çocukların okul giderleri, faturalar, gerekli geçim araçlarının karşılanması ve devamında “sağlıklı yaşam hakkını” sağlayan bütün hizmetler kurayla belirlensin mi?
Sağlıklı yaşam demek, geçinebilecek bir iş, başını sokacak bir ev, eğitim, sağlık, güvenli bir çevre ve bunun gibi, bir insanın doğumundan itibaren hayatını sağlıklı sürdürebilmesi için gerekli bütün şartlar demektir..
İşsizlik sadece bir ekonomik kategori değil, sadece bir sağlık meselesi değil, hayatta kalmak-kalamamak meselesidir. Nüfusun bir bölümünü, yani tek tek - bir çok insanı hayatın dışına sürmek, “lüzumsuz kılmak” ve bunu bir de kurayla belirlemenin benzediği tek şey ne biliyor musunuz?
Yamyamlık.
Çok mu abartılı buldunuz? Yamyamlık tarihten gerçek anlamıyla silinmiş olsa da, şimdi kendi türdeşlerimizin; insanların, yine insanlar tarafından hayatın dışına sürülmesi; hayatta nasıl kalabileceklerinin belirsiz bırakılması neye benziyor peki?
“Ölürken üstümde yorganım olacak mı” diye düşünmek neye benziyor?
.
Bu sene yılbaşında anlaşılan AKP karar almış, bazı bakanlar sorumluluk alanlarındaki kesimlerlerin yanında yeni yıla girmişler. İçişleri Bakanı özellikle de Hakkâri’yi seçmiş, güvenlik görevlileriyle şakalaşarak jestler yaparak yılbaşı yapıyor. Enerji Bakanı, maden işçilerinin yanında, Fatma Şahin huzurevinde, doğum evinde. Hadi AKP’nin bu toplumsallığı iyi diyelim de, yılbaşında gösterdikleri sorumluluğu, bütün yıl boyunca göstermeleri gerekmez mi?
İdris Naim Şahin’in kameralara bahşettiği babacan görüntüler, yıl boyunca her tür demokratik talebi biber gazıyla karşılamasını unutturmuyor ki. 
Madenci denince de akla hala yerin altında bekleyen ölen maden işçilerinin bedenleri geliyor.
İşçi denince, yıl boyunca artarak devam etmiş, yılbaşında da durmayan işçi ölümleri.
Ölüm denince akla, kadın cinayetleri geliyor, yılbaşına saatler kala öldürülen kadınlar geliyor.

Peki bu aynı bakanlar yılın her günü olan ölümlerle ilgili ne düşünüyorlar?