Başbakan, hele ki maneviyatının yükseldiği bir ortamda ise coştukça coşuyor.
Maşaallah, Konya konuşmasında yine her şey var; Ecdat, genç nesiller, en az üç çocuk, bürokratik oligarşi şikâyeti ve daha neler.
Mevlana’yı ecdat örneği olarak veriyor ama başbakan pek onun torunu gibi davranmıyor.
Başkanlık sistemi için bu kadar kararlı olmasının, son dönemde siyasetini, toplumun değil kendisinin ihtiyaç duyduğu bu hedefe göre kurmasının Mevlana ile ne ilgisi var?
Fani olandan vazgeçip, baki olana; gerçekten sonsuz olana adanmak, sadece başkan olmakla mı mümkün olacak Erdoğan için?
Ayrıca hem kendisi tek adamın yönettiği bir ülke istiyor, hem de “bürokratik oligarşiden” yakınıyor.
Hayatta ilk defa CHP biraz siyaset yapar hale geldi, bundan hemen rahatsız oluyor başbakan.
Yıllardır karşısında iyi bir muhalefet olmamasından yakınırdı, ne oldu şimdi? Muhalefet biraz siyaset yapabilir olunca neden buna hiç tahammülü yok başbakanın? Mevlana olmak bu mudur?
Bu ne tutarlılık, gerçekten maşallah.
Ama başbakan genç nesillere evlenin, çocuk yapın derken de aynı tutarsızlık içinde.
Neyle evlensinler?
Daha buna ilk adımı attıkları; müstakbel gelinin ailesiyle ilk tanışmasında damat adayına ne soruluyor? “Ne iş yapıyorsun evladım?” değil mi?
Ne diyor damat? “İşsizlik oranları yükseldiği için, bir iş yapamıyorum efendim.”
“İnşaallah oranlar düşünce mesleğimi yapacağım”, “Bir de üniversite mezunuyum” dese olur mu?
Hadi diyelim başardı, düğün nasıl yapılacak? Memleketin yarıdan fazlası borçlu yaşarken, düğünler de kredi kartıyla mı yapılacak bundan böyle? Hadi diyelim düğünü atlattılar, nerede oturacak, ne yiyip içecek bu çocuklar?
Başbakan bu esnada “bütçe” ile ilgilenecek mi? Biliyorsunuz, Meclis’te bütçe konuşulurken bütçeyle ilgilenmeyip salonu terk etme hareketi yaptı başbakan.
Memleketin ekmek parası, milyonların işi-aşı konuşulurken, salonu terk edebilmek ne demek?
Üstelik çok kötü bir örnek teşkil etti, sonra bütün bütçe görüşmeleri, salon terk etmekle, türlü çeşit oyunlarla geçti. Meclis’te bu kadar hayati bir meselenin, büyük bir sorumsuzlukla ele alındığı anlarda, işsizlik oranları yükseliyor, bütçe açığı yükseliyordu.
Bütün bunlar beraberinde kadın işsizliğinde daha çok yükselmeyi getiriyor, bu olgu bambaşka bir olgunun; kadın cinayetlerinin seyrini etkiliyor, başbakanın istediği “üç çocuklar” annesiz kalıyordu.
İşsizlik böyle olunca, her şeyi göze alarak çalışmak normalleşiyor, her gün aynen başbakanın istediği çocuk sayısı kadar; en az üç, ortalama beş işçi ölüyordu.
Meclis’te bütçe görüşmelerinde kim sorumsuz davrandı ise, işte bütün bu somut ve ölümlü durumlarda onların da vebali vardır.
*
En az üç, ama ortalama beş çocuk olsun.
Her gün en az üç işçi, en az üç kadın ölmeye devam edecek mi?
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
*
ODTÜ öğrencisinin karşısına 3000 polisle gidip sonra oligarşiden yakınmak olur mu?
3000 polis neden kadınları ölmekten korumak için gelmiyor?
3000 polisin kaçı “atanmayan öğretmenlerden” oluşuyor?
3000 polis neden ODTÜ’yü gaza boğuyor? O gazların parasını kim veriyor? İdris Naim Şahin mi? O yaralanan çocukların aileleri mi?
Neden her yerde durmadan pek kıymet verilip seslenilen genç nesiller, ODTÜ söz konusu olunca yaralanıyor, hastanelik ediliyor? Hani üç çocuk yapacaklardı?
*
Fatma Şahin, korunmadığı için kadın cinayeti ile kaybettiğimiz Gülşah öğretmenle ilgili çok talihsiz bir söz ağzından kaçırdı; “Görüşmeseydi”.
Bu söz, sonuçları itibarıyla çok tehlikelidir; cinayetlerin normalleşmesine hizmet eder, yeni ölümlere neden olabilir. Doğacak bu durumun doğrudan muhatabı olan bakan olarak, en çok kendi bakanlıklarını zora sokar.
Kendileri için de hiç rasyonel olmayan bu sözleri, bakan Fatma Şahin’in düzeltmesi gerekir.
Bakanlıktan beklenen, Münevver Karabulut davasındaki emniyet amiri Cerrah’a benzemek yerine, Gülşah öğretmen davasında sorumluların yargılanması ve adaletin sağlanması için davaya müdahil olmasıdır.