Yine geçen haftanın devamı bir yazı yazmam icap ediyor.

Geçen yazı kadın cinayetleri konusunda Aile Bakanlığı’nın açıkladığı verilerle ilgiliydi.
Bir hafta içerisinde olanlar, aynı toplumsal sorun hakkında yazmaya mecbur bırakıyor.
 
Bu hafta içinde, kadın cinayetleri devam etti.
Peşindeki ölümden kurtulmak için devlete başvuran Gülşah öğretmene,
Devletin valisi: “ne olacak, en fazla ölürsün” dedi.
Dün, Gülşah öğretmenin cenazesi kalktı memleketinde.
 
Bu hafta içinde kadın cinayeti davaları devam etti.
Toplumun talep ettiği caydırıcı ceza hala uygulanmadığı için,
Adana’da bir kadın katili öyle bir ceza indirimi aldı ki,
Mahkeme heyetine teşekkür ederek çıktı salondan.
O adamın bir kadının canını aldığı yer, kadının 6 yaşındaki çocuğunun gözlerinin önüydü.
O çocuğun gözlerinde annesi hep devam etti bu hafta.
 
Bu hafta içinde, kadın cinayetleri konusunda sorumsuzluğuyla ünlü Habertürk gazetesinin bu tutumu devam etti.
Buradan bir gazeteci, röportaj yapacak başka hiçbir kimse kalmamış gibi gitti Cem Garipoğlu ile röportaj yaptı.
“Kadın Cinayetlerini” toplumsal bir olgu haline getiren Münevver Karabulut davasını,
Amerikan filmi havasına sokmaya çalışmak, hangi türden bir gazeteciliktir?
Cevap verin Habertürk.
Bu haber üzere Karabulut ailesini konuk eden bir televizyon programında baba Süreyya Karabulut’un haklı sorularına cevap verin, ey devlet.
O röportajın içeriğini, hüküm almış bu katilin kitabını yapmaya çalışmalarını kelimelerle yazmak bile istemiyorum buraya. Böyle bir insan olmaktan uzağa gidiş, şu kıyametten kurtulmak için Şirince kasabasına gelenlere benzeyebilir ancak.
Kıyamet olacak mıymış?
Bu yaşadıklarımızdan ala kıyamet ne olabilir ki?
Kadınlar erkekler tarafından çatır çatır öldürülüyor.
Ölümden korunmak isteyene devlet “en fazla ölürsün” diyor.
Kadın katili mahkeme heyetine teşekkür ediyor.
Hunharca tasarlayarak kadın cinayeti işlemiş zengin katil roman kahramanı yapılmaya çalışılıyor.
Hadi diyelim klasik anlamda bir kıyamet olacak yer gök savrulacak, herkes ölecek.
İşte bütün bir insanlığın böyle olağanüstü bir acı yaşayacağını düşünüp, buna inanıp, sadece kendi başını kurtarmaya çalışan o ahlaksızlar var ya,
İşte Habertürk’ün Cem Garipoğlu’na gösterdiği yaklaşım aynen onlara benziyor.
O kadar kendi türünden; insanlıktan uzak
 
Ve bu hafta içinde mücadele devam etti.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, Bakanlık ile görüştü.
Koruma Kanunun uygulanmasını ve kadın katillerine caydırıcı ceza talep etti.
Devletin,
Asıl olarak ölümü önlemesi,
Eğer ölüm gerçekleşmiş ise -ki ölüm asla kaçınılmaz değildir, bütün kadın cinayetlerinde göstere göstere gelen ölüm kesinlikle önlenebilir-
Adaleti sağlaması,
Kayıp yaşayan ailenin ve toplumun bütün kadınlarının hakkı olan cezayı uygulaması için,
Ne gerekiyorsa onu yapacak platform.
 
Yapılması gereken önemli işlerden biri de, Türkiye toplumunda en üst düzeyde ihlal olarak her gün yaşanan kadın cinayetlerinin gerçek verilerine kavuşmak.
Bu konuda esas sorumlu taraf devlet kurumlarından veriye ulaşamadığımız gibi, hak ihlali raporu yayınlayan insan hakları örgütleri de kadın cinayetlerine, yani en sık yaşanan yaşam hakkı ihlallerine raporlarında hala yer vermiyor.
Hal böyle olunca, platform mecbur kaldığı için ulaşabildiği tüm iletişim araçlarını kullanarak kadın cinayetleri verilerini toplayıp yayınlıyor.
Şimdi Bakanlık, kendisi yapması gerekeni yapmadığı gibi, platformun verilerini  “abartılı” bulduğunu söylemiş görüşmelerde.
O halde;
1. Son on yılın kadın cinayeti tüm verilerini; ölen kadınlar, illere dağılımı, kaçının korunma isteği olduğu, korunma talep eden kaç kadının hayatta kalabildiği, kadın katillerine ne olduğu ve devamındaki soruları yanıtlayan verileri açıklayın,
2. “İhlaller 10 yılda 10 kat arttı” diyen TBMM Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı’nın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla, 81 il ve 892 ilçede yapılan hak ihlalleri başvuruları sonucu hazırladığı raporu açıklayın.
Yani bütün ihlaller arttı, kadına yönelik olanlar yerinde durdu öyle mi?
Hemen her gün kadın cinayeti haberi alıyorken hem de.
 
Bize kadınları ölmeden koruyabilsek diye dertlenen bir devlet lazım.
Fakat valilerin böyle konuştuğu bir ülkede, Berfo Ana’nın özlü sözüne geliyoruz:

“Devlete, devlet lazım”.