Geçenlerde ülkedeki ve Ortadoğu’daki gelişmelerle ilgili olarak Tayyip Erdoğan’ı eleştirip tartışıyorduk. Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız “yahu bırakın bu AKP’nin konularını, siz yapabiliyorsanız yaşanan kimlik sorunlarını destek olun” dedi.

Hani yanlış konuşan adamlar, sözüm ona kadınları severken “sen üzme o güzel kafanı sıkıcı konularla” der ya… Tam o kalem.
Biz genel ve ana sorunlarla hiç ilgilenmeyelim. Onu AKP yapsın. Biz solcular sadece özel kimlik haklarımızı talep edelim. Ya da talep edenlere “yardımcı” olalım.
Hiç toptan mesele yok, hep perakende.
 
*
Bir konu bu.
AKP gerçeği karşısında ikinci hatalı pozisyon ise ondan büyük beklentiler içerisinde olmak.
Dövüşürsünüz ama sonra görüşürsünüz onu anlarım ama benim dediğim o değil.
Çok genel olarak burjuvaziden demokrasi hizmeti beklemek durumunu söylüyorum.
Kitapta yeri var mı?
Var aslında.
Ama kitapta demokrasiyi Kerenski Hükümeti’nden beklememek de var.
İşte bu mevcut değil bizim liberal solcularda.
Burjuva hükümetlerinden hep bekliyorlar.
Sorsanız baksanız kendi eğilimlerini tam olarak sosyalist diye tanımlamazlar. Tanımlamış olanlar bunu değiştirme kafasındadır.
Ama sol liberal tam olarak laflarından anlaşılmaz. Temelsiz konuşulması imkanı doğarsa sizi bile sollayabilir. Ortaya duyarlılıklar saçabilir.
Sol liberallerin asla şaşmayan ölçüsü örgütlü olmamaktır.
Bunu şöyle açayım. Sol liberallerin örgütlüyüm diye sundukları örgütleri dahi harabe halindedir. Düşündükleri en basit faaliyetleri bile organize edemezler. Aslına bakarsanız ihtiyaç duymadıkları için örgüte ya da partili mücadeleye yönelik bir motivasyonları da yoktur.
İnanmayanlar sol liberal ya da liberal diye bilinenlerin parti dedikleri şeylere bakabilir.
Böyle bir iddiası hiç olamayan yalnız ve güzel liberal solculara ise parti demeyin de ne derseniz deyin.
En başta partili olmakla ilgili bu ülkenin baskı aygıtları tarafından öğretilen bütün sakıncaları iyice hatmetmişlerdir. Politik pozisyonlarını öncelikle bu korkuyu esas alarak kurarlar.
Karınlarını doyurmak için bile alın teri dökmemiş küçük burjuvalardır hepsi. O nedenle bir büyük dava ya da bir parti için emek vermek zorunda olmaları ihtimali, korku filmi gibi gelir onlara.
Bu etik dışı durumun içinden şahsen kendilerini süsleyerek çıkmaya çalışırlar.
 
*
Yani, vallahi, parti işi olmasa her şeye vardırlar.
Hassasiyetli olabilirler, proje insanı olabilirler, Avrupa Birliği fonlarından paralar alıp şahane anti-emperyalist olabilirler.
Aydın olabilirler, şarkıcı olabilirler, manken olabilirler.
Çağının tanığı olup, hep fotoğraf çekebilirler. Hiçbir zaman çağının sanığı olmazlar.
“Deniz mahkemeye düşmüş avukatı ben olaydım” derler ama hiç “Deniz gibi olaydım” demezler. Aslı dururken avukatına kaçarlar.
Sartre gibi olmaya bayılırlar. Yani, Fransa üzerinden periferi ülkeye bakıp etik tavır alacak ve ruhlarını kurtaracaklardır. Solcu olmak Fransa haricinden gazel okumak değil, kendi memleketinde çırpınmaktır ama bunu pek takmazlar.
Sol liberalleri partili mücadeleye zorlamayın, Edward Sait gibi taş bile atabilirler. Şöyle yay gibi gerilmiş yakışıklı bir fotoğraf. Tam afişlik. Taşı attıktan sonra da “o iş tama sen git yat”.
Mücadele dediğin kısa sürsün.  
Maket uçak yapar gibi bireysel bir hobi olsun.
Sınıf olmasın, halk olmasın, toplum olmasın.

Parti olmasın be kardeşim.