Başbakan eğer sürekli katıldığı açılışlar, kadınlarla ilgili önemli bir güne rastlıyorsa, mutlaka bu konuda da söz söylüyor. Son örnek, bu sene 25 Kasım’da havalimanı açılışındayken, kadına yönelik şiddeti gündem etmesi ve kınaması.

Kadınlarla ilgisiz her konuyu getirip kürtaja, sezaryene, doğum politikalarına bağlamasındansa, hiç değilse ilgili günler de söz söylemesi ve şiddeti kınaması iyidir.

Fakat esas mesele elbette ki tam olarak ne söylediği, sözlerinin içeriği ve sonra ne yaptığıdır.

Mesela başbakan 2011 yılında 8 Mart Dünya Kadınlar Günü zamanlarında şöyle konuşuyordu:

"Kadına yönelik şiddet vicdansızlıktır, insafsızlıktır, hiç tereddüt etmeden söylüyorum, alçaklıktır!"

O zamanda şiddeti böyle lanetlemesi iyiydi ama aynı konuşmada muhalefetin ve medyanın istismarıyla, şiddetin artıyormuş gibi bir havada takdim edildiğini savunuyor ve "Bugün artıyormuş gibi lanse edilen şiddet, esasen daha önce bilinmeyen, gizli-kapalı tutulan, aslında artık azalmaya da başlayan vakaların abartılmasından başka bir şey değildir" diyordu.

Ve yine muhalefet ve medyadan da bu konuda sorumlu yaklaşım bekliyordu.

Peki aradan geçen süre içinde neler oldu?

Bir başbakan kadına yönelik şiddeti hem kınar hem de abartıldığını söylerse olabilecek oldu: her gün gazetelerde, televizyonlarda yeni kadın cinayeti haberleri gördük.

Yani epeyce “alçak” çıktı bu toplumdan.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu sorumlu yaklaşım gösterdi, her kadın cinayetinde, her zeminde adalet aradı. Evladını kaybetmiş olmanın yerden göğe kadar hak kazandırdığı ailelerin yanındaydı hep.

Aileler artık sokağa çıkıyor, “kızım neden korunmadı?” diye soruyor ve “katillere caydırıcı ceza” istiyordu.

Elimizde bir koruma kanunu vardı ama kadınları en çok öldürenlerden korumuyordu. Kıyasıya darp ettiği Ayşe Paşalı’yı adliye koridorlarında koluyla hapsedebilen alçağa “eski koca” deyip korumayan bir kanundu bu. O “eski koca”, google’dan alacağı cezayı araştırıyor ve kısa bir zaman sonra gönül rahatlığıyla Ayşe Paşalı’yı öldürüyordu.

Bu gelişmeler ve cinayetleri durdurmak isteyen kadınların ve ailelerin hak arayışı ile geçti yıl.

8 Mart 2012 geldiğinde artık “şiddet abartılıyor” demek yerine, yeni bir Koruma Kanunu yapmak zorunda kaldı AKP. Yeni yasa her ne kadar AKP’nin muhafazakâr ideolojisiyle budanmış olsa da, yeni kanun hiç değilse Ayşe Paşalı’lara korunma hakkı getiriyor ve başka bazı reformlar da içeriyordu.

Peki bundan sonra ne oldu?

Kadın cinayetleri devam etti.

Öldürülen kadınların neredeyse hemen hepsinin kerelerce yaptığı korunma başvurusu vardı. Korunmadılar.

Sokak ortasında, okul bahçesinde, evde, sığınma evinde, adliyede ve hatta polis eşliğinde eşyasını almaya gittiği eski evinde öldürüldü kadınlar.

Hatta karısını öldürebilmek için kadın kılığına girecek kadar kararlı “alçaklar” bile çıktı.

Başbakan bu sene 25 Kasım’da kadınlar için başka hiçbir hükümetin yapmadığı reformlardan, anayasal düzenlemeler yaptıklarından söz etti.

Ama uygulayıcılar, yasanın erkeklerin işini zorlaştırdığını düşünüyor ve uygulamıyorlar.

Korunma başvurularını bir evrak olarak bile ele almıyorlar, sümenaltı ediyorlar.

Oysa onlar kuru kağıtlar değil, henüz hayatta olan kadınların yaşaması ya da ölmesi anlamına geliyor.

Bir başbakan bu durumda ne yapmalı?

Şiddeti kınamak yerine, kendi hükümetinin yaptığı, kendi konuşmasında yer verdiği düzenlemelerin uygulanmasını sağlamalıdır.

Şiddet uygulayan erkeği “Nazi ruhlu, faşist” gördüğünü söylemesi iyidir. Ama daha önce “alçakların” çoğaldığı gibi, bu sefer de “Nazilerin” çoğalmasını gerçekten istemiyorsa, kadınları gerçekten korumalı, ölümleri önlemelidir.

Polise, savcıya, bakanlık görevlilerine, görevlerini yapmaları için seslenmelidir konuşurken.

Biz hala cinayete kurban giden kadın sayısı kaçtır? İller itibarı ile bu sayı nedir? Hangi iller daha risklidir bilmiyoruz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun, başvuru yapan ailelerden ve iletişim araçlarından elde ettiği verilerden başka bir bilgi bile yok.

Açık olan, defalarca başvuru yaptığı halde korunmadığı için kaybedilen evlatları için sokağa çıkmış ailelerin “kızımı neden korumadınız?” sorusu.

Başbakan bu soruyu yanıtlamakla yükümlüdür.

Öldürülen kadınlardan, can güvenliği olmadığı gerekçesi ile savcılıklara ya da emniyet birimlerine başvuruda bulunanların sayısı nedir?

Kadın cinayetleri kapsamında kaç kişi yargılanmıştır? Ceza alanların sayısı ve aldıkları ceza miktarı nedir? Kadınların, can güvenliği olmadığı, tehdit aldığı iddiası ile hakkında şikâyette bulunduğu ve kadına yönelik cinayete teşebbüs suçundan cezaevinde bulunan kişi sayısı kaçtır? bilmeli ve topluma açıklamalıdır.

Açık olan ailelerin “caydırıcı ceza” talebidir. Anayasa değil, Ceza Kanunu’na sadece tek bir cümle eklemekle yapılabilecek bu düzenleme derhal yapılmalı, kadın öldüren “Nazi” ise “ indirim” almamalıdır.

Bir başbakan, yargıyı, güvenlik görevlilerini ve iletişim araçlarını, televizyon dizileri için göreve çağırmak yerine, kadınların hayatta kalması için göreve çağırmalıdır.