Türkiye’de yaşamak her gün toplumun değişik kesimlerini ilgilendiren, gazeteci diliyle söylersek “sıcak” gelişmeler demek.
En büyük hak ihlalinden başlayalım: yaşam hakkı ihlalleri, Türkiye tarihinde görülmemiş bir orana ulaştı. Kredi notumuz yükseliyor ama ölüm oranları da yükseliyor.
En geniş kesimden başlayalım; işçiler ölüyor, her gün inşaat ya da maden ocaklarından gelen ölüm haberleri, kadın cinayetleri, genç insanların ölüm haberlerine karışıyor.
Herkes ayrı ayrı ölürken, toplumun canı yanan bütün kesimlerini ilgilendiren bir başka gelişme daha var: başkanlık sistemi.
Başkanlık sistemi önerisinin AKP tarafından dile getirilişi yeni bir konu değil.
Hatırladığım kadarıyla ilk kez 2007 yılında gündeme gelmişti. AKP’nin 27 Nisan Muhtırasına karşı durduğu günlerdeydik.
O günlerin karakteri; başbakanın hem önüne çıkan bazı engellerle uğraşması yani kuvvet araması, hem de kendini yine de epeyce de kuvvetli hissetmesiydi.
Şimdi, başkanlık sistemi önerisinin meclise sunulduğu bugünlerin karakterine bakarsak; AKP kongresi sonrası, yani başbakanın yine kendini pek kuvvetli hissettiği ama yine önünde bazı engeller gördüğü bir zamandayız.
Hatırlayalım; kongrede arkasına dünya haritasını almış saatlerce tek başına konuşan bir başbakan ve aynı günler içinde- üstelik bu sefer AKP’nin kendi içinde- farklar ortaya çıkmıştı. Cumhurbaşkanı, bazı başbakan yardımcıları, temel konularda başbakandan farklı konuşabiliyordu.
İşte bu olamazdı.
Ve başbakan bu nedenle hızla yeniden başkanlık sistemini gündeme getirmiştir.
Ayağına dolaşacak hiçbir soruna tahammülü yok.
Parlamentoda tek parti, kendi partisinde tek adam istiyor. Koalisyondan nefret ediyor.
Koalisyon istikrarsızlık getirirmiş, öyle diyor.
Kendi partisinin de bir tür koalisyon olduğunun farkında olan ve artık farklı görüşlerin ortaya çıktığı günleri somut olarak yaşayan ve ayrıca Türkiye siyaset tarihindeki gelmiş geçmiş partilerden ibret alan bir siyasetçi olarak,
Öznel olarak kendisine ait ve fakat son derece nesnel bir ihtiyacı çözmeye çalışıyor.
Başbakanın ve onun tek başına yürüttüğü siyasetin başkanlık sistemine ihtiyacı var.
Hani şimdi başbakana bu konuyla ilgili olarak “gündemi saptırıyorsun” eleştirisi yapılıyor ya, iş öyle değil işte. AKP gündem saptırmakta pek maharetli olduğu için haliyle böyle düşünüyor insanlar ama birincisi başkanlık sistemi başbakanın önemli gündemi. İkincisi, her şeyi antidemokratik biçimde cebinden çıkaran bir başbakanın bu konuyu açmasıyla bundan sonra ister istemez toplumun gündemi haline gelmeye de aday.
Başkanlık sistemi önerisi tüm Türkiye toplumunu etkileyecektir. Öneri, ne kadar eksik gedik de olsa demokrasimizin geldiği noktayı,
Şu ya da bu konu değil demokrasiye ait bütün konuları, tek bir güç biçiminde ele almak isteyen bir başbakanın, iki dudağı arasına çekmek önerisidir.
Aynı zamanda başbakanın Çin gibi, Amerika gibi, yani bölgesel güç olma hevesinin parçasıdır.
Ama yanılmayalım, bu sadece bir heves değildir; nasıl ekonomimiz Çin gibi işçi öldürerek büyüyorsa, yönetim sisteminde ve “idam” argümanlarında gördüğümüz gibi insan hakları konusunda da Çin olmak, ABD olmak politik ihtiyacıdır Erdoğan için. Başbakan sürekli “kişisel bir mesele değil” diyor ya, Recep Tayyip Erdoğan kişisinin temsil ettiği politikanın ihtiyacı olması bakımından bunu doğru söylüyor işte.
Dikkat ederseniz, hiç boş da durmuyor, bunun için belediyeleri bile ona göre düzenliyorlar.
Bu konuda hükümet tarafından yapılan açıklamalardan da, herkesin başbakanla aynı fikirde olmadığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı daha şimdiden “bu konuya birkaç kişi karar veremez” dedi. AKP içinde kimin tam olarak ne diyeceği henüz belli değil.
Ancak öneriyi savunanlar, her nedense bize başkanlık sisteminin ne kadar demokratik ve ne kadar diktatörlükten uzak olduğunu anlatmakla başlıyorlar. Kuzu methetmeye doyamıyor, ondan sözü Bozbağ alıyor.
Çocuk kandırır gibi başkanlık modelinin güçlü bir parlamento ve zayıf bir başkan getireceğini anlatıyorlar.
Çok makul bir soru ortaya çıkıyor o zaman; Erdoğan başkan olduğunda şimdiki güçlü pozisyonuna rağmen çözemediği sorunları o zaman nasıl çözecek?
Buna kim inanır?