Memlekette hangi uğursuz sohbet varsa, Tayyip Erdoğan sanki o sohbette bulunmuş gibidir.
İmbikten süzülüp gelmiş bir Türkiye sağcılığı.
Mesela “muasır medeniyet”in ülkelerinden ve oralardan gelen demokratik normlardan hiç hoşlanmamıştır. Bu ülkelerin sanatından, edebiyatından pek hazzetmez. Oraların kültürel alışkanlıklarından birçoğunu ahlaksızlık olarak görür.
Türkiye sağcılığına göre biz Avrupa’nın ya da Amerika’nın tekniğini değil ahlaksızlığını almaktayızdır. Oysa tekniği almak yeterlidir.
Tayyip Erdoğan herhalde bütün hayatı boyunca, çevresinde bu lafları duyarak yetişmiştir.
O nedenle aslında Batı’nın ahlaksızlığını almak istemez.
Ama sizlere şunu söylemeliyim ki yıllar yılı kaçındıktan sonra Tayyip Erdoğan’ın Batı’dan başkanlık sistemi ve idam cezasını almaya çalışması tam bir ahlaksızlık örneğidir.
Batı’nın ahlaksızlığı bu iki konu değildir de nedir?
*
Bakınız Batı’dan basın özgürlüğünü almıyor.
İşçilerin sendikalaşmasını almıyor.
Kadın erkek eşitliğini almıyor.
Üniversitelerin özerkliğini almıyor.
Sanatın desteklenmesini almıyor.
Bir hataları olduğunda bakanların istifa edebilmesini almıyor.
İşkencenin cezalandırılmasını almıyor.
Faali meçhullerin araştırılmasını almıyor.
Anadilde savunmayı ve eğitimi almıyor.
Sosyal hakları almıyor.
İhalelerdeki şeffaflığı almıyor.
Laikliği almıyor.
Dayaksız eğitimi almıyor.
Gösteri ve yürüyüş haklarını almıyor.
Güçlü yerel yönetimleri almıyor.
Siyasi partilerin serbestçe çalışmasını almıyor.
Adil yargılamayı almıyor.
Özgürlüğü, eşitliği, kardeşliği almıyor.
*
Hangi ahlaksızlıkları almak istiyor ya da alıyor Batı’dan?
Sayıyorum:
Başkanlık sistemi.
İdam.
Kürtaj yasağı.
Nükleer santral.
Füze kalkanı ve füze.
Yabancı düşmanlığı.
Savaş helikopteri.
Seçim barajı.
*
Bir de Tayyip Erdoğan elitlerden, seçkinlerden şikayet ederdi. Ülkemizi halk değil bunlar yönetiyor diye saptama yapardı.
Evet, yönetme erkini bir prensip olarak seçkinlere değil de, piramidin tabanına doru yaymak en doğrusudur.
İyi güzel de başkanlık sistemi denen meret erki piramidin en tepesinde toplamayacak mı acaba? Hatta en tepedeki tek kişiye.
Ne acıdır ki, tek adam yönetimine oranla bir seçkinler yönetimi bile daha “kolektif” bir yönetim sayılmaz mı?