Başbakan Erdoğan, tezkereye karşı çıkan herkesi Esad’ı savunmakla damgalıyor.

 

Esad’ın saldırdığı Hatay, Urfa “vatan toprağı” değil miymiş?

 

Peki, Türkiye F-16’larıyla bombalanan Uludere nerenin toprağı?

 

Suriye’yi “ecdadımızın emaneti” olarak görüyorsanız, Uludere’yi nasıl görüyorsunuz?

 

Yoksa siz zaten oraları toprağınız olarak görmüyor muydunuz?

 

Ama aslında her ikisini de bombaladığınıza göre buradan Uludere’yi de “vatan toprağı” olarak gördüğünüz sonucuna ulaşabilir miyiz?

 

 

Bugünlerde AKP’nin politikaları konusunda bir sonuca ulaşabilmek için mecburen böyle sorular soruyoruz sayın okuyucular.

 

Duruma bakın:

Abdullah Gül, geçen hafta ortaya koyduğu Erdoğan’dan farklı gerçekçi tavrı bu haftada koruyor; Suriye’de en kötü senaryoların gerçekleştiğini söyledi.

 

Zafer Çağlayan; “Tezkere caydırıcı niteliktedir, savaş yapmaya kimsenin niyeti yoktur”,

 

Başbakan ise yedi düvele kafa tutarak Suriye’yi; “Artık karşılıksız bırakmak yok” dedi. Bülent Arınç, başbakana aynen katıldı.

 

Sonra Babacan konunun Türkiye-Suriye meselesi değil, insanlık meselesi olduğunu açıkladı. Suriye geriliminin ekonomiye etkisi ise elbette yine “teğet”; Babacan’a göre olası etkiler minimum düzeyde kalacak.

 

Sonra insaniyet konusunda, Gaffar Okkan’a özenen bir emniyet amiri konuştu; “Dağda ölene ağlamayan insan değildir.”

 

Okkan işkenceciydi, Recep Güven önceki görev yerinde ağladığı gençlerin cenaze törenlerine ve Diyarbakır’da kamu emekçilerinin eylemlerine çiçek değil, gaz ve cop gönderiyordu. İşte Kürt illerinde uygulanan zulmün ne olduğunu buyurun buradan anlayın; binlerce kaybı olan bir halk için bu emniyetçiler bile iyiydi. Güven’in açıklamaları umut yarattı. Sonra Arınç bu söze de katıldı, hatta takdir etti.

 

Sonra başbakan insanlık buysa “ben insan değilim” dedi.

 

Arınç, başbakanla olan bu düşünce farklığını ; “İçimden geleni söyledim, bu da insanın başına dert açar” diye açıkladı. “Şecaat arz ederken sirkatin eyledi.” Demek ki AKP’de içinden geleni söylemek başa bela oluyordu.

 

Nitekim mesela AKP kurucusu ve 11 yıllık MKYK üyesi olan Ayşe Böhürler susma orucunu girmiş ve MKYK'dan ayrılmıştı.

 

Bu arada en nihayetinde Taraf gazetesinde de AKP üzerinden bir saflaşma başladı. Biliyorsunuz Taraf gazetesinin sosyalistler ile saflaşması hiç bu kadar zaman almamıştı. 1 Mayıs 77 tartışması ile hızla sosyalistleri kendinden uzaklaştırmayı bilmişti Taraf. Ama AKP politikaları ekseninde ayrışma kapısına epey geç geldi. Hatta AKP’nin kendisinde bile bu kadar uzun sürmemişti.  Eh, artık olsundu, oldu. Koşulsuz AKP hayranları ile gerçek liberallerin ayrışması iyidir.

 

Bütün bunlar olurken gerçekte Türkiye-Suriye sınırında fiili bir savaş vardı.

 

Mesele bu savaşın daha ne kadar ilan edilmemiş bir savaş olarak kalacağı iken, işte şimdi Esenboğa havalimanında Rusya-Şam seferini yapan bir uçak indirilmiş durumda. Rusya ile durumumuz ne olacak hiç belli değil.

 

Savaş tehlikesi büyük.

 

Suriye’nin hava savunma sistemleri, Rusya ve İran ilişkileri ve Suriye’deki Kürtlerin durumu düşünüldüğünde riskleri yüksek. Ama bu savaş illeti akıcı ve yanıcı bir sıvı gibi.

 

Kapitalizmin kriz koşulları bu sıvıdan hem içmek istiyor hem çekiniyor. Kapitalizm bu sıvıya madde bağımlısı gibi bağımlılıkla ömrünü sürüyor. Gözlerinin önü çökmüş bir bağımlı gibi bir sistem bu.

 

Ve bu sistem de, savaşlar da insana ait.

 

Tarihin en büyük acılarını yaratan kapitalizmin iki dünya ve sayısız bölgesel savaşının, yani şiddetin en üst biçiminin de, insan eliyle olduğunu anladığımızda, onlardan kurtulabiliriz de.

 

Erdoğan ve Bahçeli, “Kim daha çok insan olmamak ister?” rezil yarışına devam etmek yerine, bunu bir anlayın.

 

Vakit varken size seslenen aklıselim sesin; Türkiye Psikiyatri Derneği Çalışma Birimi Koordinatörü Dr. Cem Kaptanoğlu’nun “Siyasetçilerin akil insanlar olmasını istiyoruz” sözlerinin kıymetini bilin.