Sözü sağlam bir yere bağlamış Hayyam; adalet ruh gibidir, somut olarak ekmek gibi karın doyurmaz ama

onsuz yaşanmaz.

 

 

Onsuz iyiliğine kavuşamaz insanlık.

 

 

İnsan sağlığını ne oluşturur diye sorsanız, ilk akla gelen değildir adalet ama emin olun insan sağlığını

adaletle tamamlar.  

 

 

Hayyam’dan önce Platon’da “aşkın adalet” soyut bir ideal idi.

 

 

Aristoteles ise Platon’un göklerde aradığını yeryüzüne indirerek ilk realiteye dayalı adalet anlayışını ortaya

koydu; insanların “neyi talep ettiklerine” bakılmalı dedi ve bize adalet ile ilgili ilk önemli ipucunu vermiş

oldu. Onun kendi döneminde bilemeyeceklerini ise hala  Marks tamamlıyor.

 

 

Genel olarak adalet -örneğin “ adil bir dünya” – isteriz ama biz asıl belirli tek bir durumda adalet ister, net

bir talebi dile getiririz. Bu net talep ile, bize ait bir şey, bizden alınan, yoksun bırakıldığımız ve bize geri

verilmesi gereken bir şey, bir borç kastedilmektedir.

 

 

Ve şimdi Türkiye’de biz, adında  “Adalet” olan partinin, Türkiye toplumuna adalet suyundan içirmemeye

and içmiş hükümetinden, bize ait olanı geri istiyoruz.

 

 

O kadar borçlu ki bu hükümet bize. 

 

 

Elindeki adalet terazisi, Suriye’den özür bekler, Uludere’de öldürdüğü evlatları için annelerine bir özrü çok

görür, böyle bir terazi.

 

 

Bilirsiniz; adalet sembolünün gözlerinin bağlı olması, bu terazinin karşısındaki her kim olursa olsun ayrım

yapmadığının ifadesidir. İşte bizde artık adeta utanç yüzünden yüzünü kapatıyor adalet sembolümüz.

 

 

Utanç çok ağır.

 

 

Çok söylendi ama ben de söyleyeceğim; Aziz Yıldırım suçu belirsiz biçimde içerideydi, ne kadar acayip ki

cezası netleşince de tahliye edildi. Kuşkusuz kimse nedensiz yere tutuklu kalmasın ama aslına bakarsanız

Aziz Yıldırım zaten 1 yıl bile cezaevinde yatmadı, tutukluluğunun çoğu günü hastanede geçti.

 

 

Boşuna utanmıyor adalet heykelimiz; biz de işleyiş bu sembolün tam olarak tersi çünkü Mehmet Ağar’a tatil

köyü ve hatta helikopter pisti, Aziz Yıldırım’a hastaneden tahliye.

 

 

Ve KCK davasında neden tutuklandığını bile bilmeden yatan; yaşlı- genç- çocuk her kuşaktan, seçilmiş

milletvekili, belediye başkanı, sendikacı-öğrenci-ev kadını-işçi-köylü- gazeteci- doktor- akademisyen her

konumdan kadın erkek binlerce kişi, bir halk, Kürt halkı tutuklu. Ortak özellikleri Kürt olmaları ve Kürt

sorununun demokratik çözümünü istemeleri.

 

 

Türkiye’yi Çin yapmak isteyen başbakanımız müsterih olsun; her gün yeni tutuklamalarla yükselen bu sayı,

daha şimdiden Çin ve İran verilerini geride bırakmış.

 

 

KCK davasına destek için gelmiş PEN’in verilerine göre, Türkiye cezaevlerinde 1107’si sadece yazdıkları

nedeniyle yargılanan yaklaşık 8 bin siyasi tutuklu var.

 

 

Kürt Halkı adalet arıyor, bilinmeyen değil; devletin TV kanalında konuşulan dil ile anadili Kürtçe ile

konuşmak istiyor.

 

 

Cumartesi Anneleri’nin evlatlarını kaybedenler tatil köyünde, anneler adalet arıyor.

Musa Anter’in katillerinden sadece bir tanesi yakalanabildi ve yıllarca devlet himayesinde yeşil kart ile

utanmadan aynı topraklarda yaşamış, Anter ailesi adalet arıyor.

 

 

Kadın cinayetleriyle aramızdan ayrılan kız kardeşlerimizin aileleri adalet arıyor. Fetüsler adalet aramıyor,

onlar sadece fetüs, akıl ve ruhla insanlık adalet arıyor. Kadınlar bedenleri her şeyden önce sağ kalsın

istiyor, yaşam hakkı için adalet arıyor.

 

 

Devlet kadınları ölümden korumadığı gibi, öldürülen kadınların aileleri somut olarak neyi talep ediyor

bakmıyor. Aileler her seferinde “ben yandım, kimse yanmasın.

Kızımın katilleri ağır ceza alsın” diyor ey devlet.

 

 

Adalet mekanizmasında bu kadar yeni ve köklü düzenleme yaparken, şike davasında olduğu gibi bir kısmını

görülmemiş bir hızla tamamlarken, neden kadın cinayetlerinde caydırıcı olabilecek Ceza Kanunu

düzenlemesini yapmıyorsunuz?

 

 

Neden kadın katillerini koruyorsunuz? “Cinsiyeti ve cinsel yönelimi nedeniyle işlenen cinayetlerin nitelikli

halden sayılmasını”, Ceza Kanunu’na kolayca ekleyebilecek iken neden eklemiyorsunuz?

 

 

Sadece bu kadar mı? Değil; ölen işçilerin yakınları adalet arıyor,

 

 

Sivas Katliamında ölenlerin yakınları adalet arıyor,

 

 

Engelliler adalet arıyor. Sadece cezaevinde midir hücre? Değil; engelliler evden çıkamıyor bu memlekette,

adalet arıyor,

 

 

Atanamayan öğretmenler, güvencesiz çalışanlar adalet arıyor,

 

 

12 Eylül mahkeme kapılarında Berfo Anne adalet arıyor,

 

 

F Tip Cezaevi katliamında ölenlerin yakınları adalet arıyor,

 

 

Uludere katliamında ölen çocukların anneleri adalet arıyor,

 

 

12 Eylül’den önce ve sonra yaşanan bütün darbelerin ve kontrgerillanın insanlık suçları için adalet arıyoruz.

 

 

Biz her somut insanlık suçu için somut bir taleple adalet arıyoruz.

 

 

O adalet suyu bizim, içeceğiz biz.

 

 

Bu susuzluk Kerbela’ya benziyor.

 

 

İslam tarihinin en büyük tragedyasıdır Kerbela. Onun karşısında yüzü yerdedir, utanır İslam.

 

 

Siz bir daha Kerbela istemiyorsanız, derhal Suriye ile ilgili kafanızı toplayın ve içeride adalet suyumuzu geri verin.

 

 

Unutmayın,  susuz bırakılan için; bizim için, sonu yenilsek de zaferle biter Kerbela’nın.