Çok modern bir hastane düşünün. İçinde yeni tıp teknolojisinin sunduğu her tür imkan olsun. 

Yeni tanı cihazları mesela; bir kullanıyorsunuz insan bedenininin bütün kesitlerinin ne durumda olduğunu görebiliyor, problem nerede hemen anlayabiliyorsunuz. 
Ya da yeni ameliyat teknikleri mesela. Böbrekleri çalışmayan, rengi kül gibi olmuş küçük bir kız çocuğu, yeni bir böbreğe ve kırmızı yanaklarına kavuşuyor.
Mucize gibi değil mi?
Peki şimdi aynı hastaneyi bomboş düşünün. 
İçinde çalışan emek veren hiç kimse olmadan düşünün. Ve taa en baştan öyle düşünün. Yani o şık hastane binalarının ve o mucizevi cihazların üretiminden itibaren düşünün. Boş inşaat alanlarını, bomboş fabrikaları düşünün.
İçinde emek harcayan olmasa, kendi kendine beton duvarlardan hastane binası, metallerden mucizevi tanı cihazları olur mu?
Ve bugün Türkiye’de işçiler, o binaların inşaatlerinde ve belki hayatlar kurtaracak o cihazları ölerek üretiyor. 
Ve bugün her gün beş kadının erkek şiddetiyle öldürüldüğü Türkiye’de, ev içlerinde kadınlar her gün emek harcıyor. Pişen her yemekte, bakılan her hastada kadınların emeği var. Hastaları o hastanelere en çok da kadınlar götürüyor. 
Ve bugün Türkiye’de o hastane binalarında hekimler ölerek hayat kurtarıyor. 
Hayat veren bir emeğin sahiplerine, her birinin kaderine ölüm düşüyor. Adalete bakın.
Artan işçi ölümleri ve kadın cinayetlerine, hekimlerin ölümü de eklendi. Ve Sağlık Bakanı, yeni tedbirler alacaklarını, “x-Ray” cihazlarını incelediğini açıkladı. Tıpkı kadın cinayetlerinin sıklığı arttıkça çareyi “elektronik kelepçe” de görmelerine benziyor bu. Ne zaman ölümlü bir şiddetle karşılaşsak, AKP teknik çözümler öneriyor. Yeni ihale kapıları açacak, yeni teknolojiler önerisi geliyor her seferinde. 
Peki ölümler sadece teknik-adli-kriminolojik bir konu mudur? 
Ölümler siyasidir. Durması için de, hükümetin siyasetini buna göre kurması gerekir. 
Hekim öldüren kişiyi, marjinal kılıp cehalet açıklaması yapmak inandırıcı değil. 17 yaşındaki çocuk bu toplumun bir parçası ve eğer toplum cahil bırakılmışsa, bunun ilk sorumlusu da 8 yıldır hükümet olanlardır. Cehaletin bir neden olabileceğini bir an için kabul etsek dahi bununla mücadele, AKP’nin kimselere sormadan olabilecek en anti demokratik tarzda cebinden çıkardığı 4+4+4 yasasıyla mı olacak?
Gelecek kuşaklara yaptıklarıyla hayatımızı belirleyecek olan bu yasa, bilgiyi emekçilerden iyice kaçırmaya çalışan ve toplumu tümden cahil bırakma amacındayken, aynı AKP hangi yüzle cehaletten dertleniyor?
Ölümler teknik değil siyasidir. AKP, ekonomi büyüyor, Çin’le rekabet ediyoruz diye hava atarken, yani ülkede kapitalizmin ilerlemesinin faydalarını sonuna kadar yaşarken, bu büyümenin nasıl olduğuyla ve yanı sıra getirdiği sorun alanlarıyla hiç uğraşmıyor, bunları politika dışına sürüyor, münferit sayıyor. 
Bu, adaletsizdir. Ölümler aynı sürecin sonucudur. 
Başlangıçta tuhaf görünen şey; kendileri toplumda ezilen bir grup olmadığı halde hekimlerin ölmesi ve her gün şiddete uğraması da böyle açıklık kazanıyor. Wallerstein çok güzel ifade etmişti yıllar önce; “Metalaştırma kamyonu sağlığa da çarptı.” 1950’lerde ABD’de olanlar, şimdi Türkiye’de oluyor, hekimler işçileşiyor. 
Bu şartlarda, her büyük sağlık kompleksi yapımında işçiler ölecek, çalışırken de hekimler ölecek.
Bu şartlarda yapılacak tek şey, bu öldürerek büyüten ekonomiyi sorgulamak. 
Ve yönetenler ya sorumluluklarını yerine getirmeli ya da istifa etmelidir. Toplum karşısında konuşurken başbakanın kadın düşmanlığı, işçi düşmanlığı, hekim düşmanlığı yaptığı her konuşma sonrasında ölümler artıyor. 
Ve ölerek çalışan emekçiler, birleşiniz. 
Öldürerek üreten bu çarkın hekimler de içindedir. Hekimler toplumun diğer ölenleriyle, kadın cinayetleriyle, işçi ölümleriyle bağ kurmadığı sürece sağlıkta şiddet de ne yazık ki artacaktır. Ve önce ölümleri durdurmaz isek, şiddetin diğer biçimleri rahatlıkla sürecektir. 
Şiddeti durduracak tek çözüm, en üst biçimi olan ölümler konusunda bütün kesimlerin birleşik mücadelesidir. Ve bu sene 1 Mayıs alanı bu birliğin olacaktır.