Marksizm o kadar güçlü bir fikirdir ki, feminist teorinin de ister istemez bu fikirden etkilendiği olmuştur.

 
İster istemez diyorum çünkü bu etkilenme ilişkisinde şöyle bir model işler; bir yandan Marksizm kadınların yaşadığı ezilme biçimini görmemekle, açıkça “kör” olmakla eleştirilirken öte yandan onun yöntemi olduğu gibi alınır, uysa da uymasa da kadın emeği ile ilgili tahlillere yerleştirilir ve bunda hiçbir beis görülmez.
 
Aslında tabiri caizse; Marksist teorinin feminizmin bir akımı tarafından işine geldiği gibi, eklektik bir tarzda tepe tepe kullanılmasıdır bu.
 
Peki bunda ne fenalık var? diyebilirsiniz.
 
Şu var; Marksizmin güçlü yönünü oluşturan fikrin bütünselliğidir ve bu tümüyle görmezden gelinir. Öyle bir noktaya gelinir ki; Marks’tan esinlendiğimizde “dünyanın bütün kadınları” dememiz gerekirken, “her kadının kendi hisleri” bölümüne varılır.
 
Bu sene 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde olan da budur.
 
Kadın kurtuluş hareketi içinde saflar netleşmiş, olması gerekenin açık görüngüleriyle ortaya çıkması iyi de olmuştur.
 
Küçük burjuva feminizmi, şu anda yürüyüşlerinde açık cinsel terimler içeren ifadelerinin, kendilerine ne hissettirdiğini tartışıyor.
 
Elbette bu noktaya hemen gelmedi. Yıllar içinde kendinden ve kendine benzeyen kadınlardan başka hiçbir kadınla- onları temsil edemem diyerek -ilişki kurmayıp, emekçi kadın direnişlerini feminizm gündemlerinden kovarak, yazdığı kitapları kaybettiğimiz kadınlara değil, sadece yakın arkadaşlarına atfederek, tipik bir “ gossip girls” tarzı ilişki kurmaktan hiçbir biçimde rahatsızlık duymadan geçerek geldik bugünlere.
 
Bu sırada bu ülke, öldürülen kadınların ülkesiydi.
 
Türkiye’de günde beş kadın öldürülüyor ve şimdi yine bir kısım feminist kendi hislerini tartışıyor.
 
Aman bir yanlış anlama olmasın, kadın cinayetleri ile ilgili hisleri değil, zaten onlara göre bu kadar kadın da öldürülmüyormuş. Yani sağcı politikacıların dahi kabul ettiğini, verilere karşı çok hassas oldukları için kabul etmiyorlar.
 
Keşke bu kadar hassaslığın en azından yüzde biri, kendilerinden başka kadınlar için olsaydı da, “sebepsiz asilik” bile diyemeyeceğimiz bu kadar tuhaf bir durumda kalmasalardı.
 
Sonuçta kadın hareketinin farklı bileşenlerinin gerçek politik tartışmalar yapabilmesi istenen durumdur. Ama bizde şu anda o da yok. Şu anda, 8 Mart yürüyüşünde bir takım cinsel içerikli ifadeler kullanılmalarının kendilerine nasıl geldiğini tartışıyorlar.
 
Küçük burjuva feminizminin kendi kökleriyle bile bir alakası kalmamış, liberal feminizmin, radikal feminizmin politikliğine kurban olası geliyor insanın. Bu akımların kurucuları, açlık grevlerinde, en üst düzey yönetim binalarının önlerinde, her tür eylem yeri ve söz kürsüsünde ağır bir ciddiyetle ve her zaman kendi bedenlerini, başka kadınların bedenleri için ortaya koyarak yaşadılar.
 
Bizim geldiğimiz noktada ise, kendi politik köklerinden de uzaklaşa uzaklaşa neredeyse “Femen”e yaklaşmış durumdalar.
 
Femen ise eğer kadın bedeninin sömürüsüne dikkat çekmek için, tersinden bir etki alanı kurmaya çalışan, gerçekten bir fikri çaba ile eylem yapsa idi yine de iyiydi. Ama yazık ki iç çamaşırı piyasası ile anıldılar.
 
Elbette Femen’deki kardeşlerimize ve bütün kadınlara çıplaklık nedeniyle yapılan saldırılardan korumak boynumuzun borcudur, bu ayrı.
 
"Şu anda bütün bunlar geriye ne bırakıyor?" diye soruyoruz.
 
Burada bir 3. dalga feminizm söz konusu ise onun da en azından “Ejderha Dövmeli Kız” a benzemesi gerekirdi. En azından o, her gün kıtır kıtır kesilmeye devam edilen kadınların ülkesindeki en büyük çoğunluk kadına ne bırakacağının derdine düşer, bir intikam planı yapardı.
 
Feminizmin 1., 2., varsa 3. dalgalarının hiçbirinde dayanak bulamayacağımız bütün bunlar, topluma ve kendinden başka kadınlarla ne yapacağının derdine düşmüş, kadın hareketinin toplumsallaşması ve örgütlenip güç kazanması için didinip duran örgütlü kadınlara ne bırakıyor?
 
Marksizmin kadın kurtuluş hareketinin tahlillerinde nasıl kullanıldığıyla başlamıştık. Başladığımız yere dönersek; feministler tarafından “Devrim için savaşmayana devrimci demezler” sözünden hareketle “feminist olmak; feminizm için savaşmaktır” denildiği de olmuştur.
 
2012 8 mart süreci, ortaya çıkardığı bütün görüngüleriyle işte bu soruyu ortaya koyuyor; feminizm bu mudur?