Nihayet bu da oldu; önce ABD başbakanı Obama, Türkiye başbakanı Erdoğan’ı en güvendiği siyasetçi dostları arasında saydı, sonra Polonya’nın prestijli bir ödülü sayılan Altın Heykel 2012 Özel ödülü bu yıl Erdoğan’a verildi.
Normalde bu başbakan bizim memleketi temsil ettiğine göre, bunlara sevinmemiz beklenir.
Peki niye sevinemiyoruz acaba?
AKP’li olmadığımızdan mı? Hayır tabii ki, zaten bütün AKP’lilerin sevindiğinden de emin değilim.
Ayrıca insan genelde, yaşadığı coğrafyadan birisi dünya yüzünde bir başarı kaydettiğinde sevinir. Bunun için onunla aynı partiden olması gerekmez, Orhan Pamuk ya da Nuri Bilge Ceylan ile de aynı partiden değildik. Böyle bir sevinci paylaşmak, bir ulusalcılık veya milliyetçilik de değildir tam tersine bize dünyalı olmayı, dünyada insanlığının eşitliğine yaklaşmayı tattırması nedeniyle iyi hissederiz. Yazar, siyasetçi, doktor, bilim adamı bunu kim ya da hangi kurum başarmışsa, onlara şükran duyarız.
Erdoğan’a şükran duymuyoruz.
Karamsar olduğumuzdan hiç değil, liberaller gibi “hiçbir şey değişmedi” ye değil, iyi haberlere ve göreliliğe inanırız biz.
Kişisel de değil, işte bu noktada politik bir meselemiz var.
O tam bu ödülleri alırken, Türkiye’nin politik ortamında;
Depremzedeler ya soğuktan ya çadır yangınlarında,
34 Kürt köylüsü direk bombalarla,
Her gün beş kadın, talep ettiği korunmaya kavuşamadan, uçurumlarda, bıçak kenarlarında, kurşunlarda, akla gelebilecek her türden planlanmış cinayetle ölürken,
İşçiler iş cinayetlerinde, gençler işsizlik cinayetlerinde,
Hrant 5 yıl sonra mahkeme cinayetlerinde yeniden ölürken,
Yani sürekli taş bir duvara çarpar gibi gelirken ölüm,
Ola ola o taş duvarın bir tuğlası halindeki bir başbakana şükran duyulamaz.
Biz o taş duvarı, yıkacağız.
Bütün “devlet dersinde öldürülen çocuklar”ın hesabını soracağız.
İşte Cumartasi Anneleri, tarihsel ayaklanma meydanı kıldıkları Galatasaray’dan duvara çarpa çarpa Diyarbakır’a uzanıyor. Kazıdan çıkan üstüste insan kemikleri Diyarbakır halkını şaşırtmıyor. Kürt halkı İçkale’nin bir infaz merkezi olduğunu bildiği gibi, 90’lardan itibaren bildiklerini Meclis ve Cumhurbaşkanlığı dahil olmak üzere en yetkili mercilere bildirmiş durumda.
Neredeyse on yıla yakındır başbakanlık yapan Erdoğan devraldığı duvarla hesaplaşmak için ne yaptı peki? Geçtim on yılı daha geçen sene görüştüğü ve söz verdiği kayıp yakınları için ne yaptı? Geçtim bütün kayıp yakınlarını, kendi belediye başkanlığı döneminde kaybedilen kendi işçisi İsmail Şahin için ne yaptı?
Sadece, o taş duvarın bir tuğlası olarak kalmak için, anaların dediği gibi “koltuk” için çırpınıyorlar.
E-muhtıralar, silahlılar karşısında, sırf kendi varlıkları için olsa da dik dururken yine de iyiydiler. Şimdi kendilerinin dönüştüğü taş duvarda taş gibi duruyorlar, çok zavallılar. Bir gün o tuğlaların altında kalacaklar, bunu bile fark edemeyecek kadar zavallı.
Bu yüzden Obama’nın güvenini kazanıyor, kendi halklarının güvenini hepten kaybediyorlar.
ABD’den, Polonya’dan demokrat göründüğüne aldanmasın Erdoğan, o da bir yere kadar. Dünya hak örgütlerinin Türkiye’de raporlarında hak ihlallerinde sonuncu sıradayız. Ama en önemlisi hak örgütü raporlarının yapamadığını yapan bir başka ateş var.
Birbirini canlılıkla uyandıran, birbirine direniş bulaştıran dünya halklarının ayağa kalktığı bir çağdayız.
Akılla ve fikirle, bedenle ve ruhla, varlığı hiçe sayılanlar, varolduklarını ilan ediyorlar.
Tunus’tan başladı, kıta kıta dolaşıyor dünyanın en güzel hayaleti.
Bu evrensellik karşısında Erdoğan kim? AKP ne? Hatta bütün o emperyalist ülkelerin liderleri kim ki?
Kimler geldi kimler geçti olacak onlar.
Fani olmayan, yalnızca dünya halkları ve onların yarattıkları.