Öyle bir hali var ki muhalefet ve muhalefete ‘yol göstermeye çalışan’ kendini kanaat önderi ilan etmiş sözde aydınların, bir meseleyi algı eksikliği ve hastalıklı bir öznellikle tartışarak abuk sabuk bir tartışmaya dönüştürmekte üstlerine yok! Macaristan seçimleri üzerine yapılan tartışmalar da aynı minvalde ilerliyor. Liberali kendi hülyaları doğrultusunda, muhalefet içindeki muhalifler kendi hesapları doğrultusunda verileri eğip büküp, meseleden sonuç çıkarmak yerine kendine yontmayı marifet biliyor. Bunu genel olarak sol için de söylemek mümkün.
Tarih farklı, kültür farklı, ekonomi farklı...
Birbirine benzemez iki ülkeyi kıyaslarken belli kalıplarla çözümleme yapmak zaten baştan hata yapmak demek. Tarihsel bağlamda da benzerlikler pek yok aslına bakarsanız. Ve bunun yanı sıra Macaristan, salt Avrupa Birliği üyesi olarak değerlendirilemez. Aynı zamanda kendine özgü tarihsel özellikleri açısından da pek benzeştiği bir ülke yok. Hepsine birazcık benzeyen ama kendine özgü bir ülkeden söz ediyoruz. Tarihi, dili, etnik yapısı, kültürü burnunun dibindeki, ortak bir imparatorluk mirasını paylaştığı Avusturya’dan bile farklı. Yakın geçmişe kadar sosyalist blok içinde yer alan bir ülke olmasının yanı sıra, Çekoslovakya ile birlikte reel sosyalizme karşı ayaklanma yaşanan iki ülkeden biri. Bunu da ekleyelim. Hatta bir şey daha ekleyelim, aynı ülke SSCB’den iki yıl sonra, çok kısa süreli bir sosyalizm deneyimi yaşamış, Béla Kun liderliğinde tarihe ikinci sosyalist ülke olarak geçmiş bir ülke de! Bir o kadar faşizmi de yaşamış bunu da ekleyelim. Söz gelimi İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın müttefiki olmuş.
Popülist ve pragmatik aşırı sağ
Bu ülke 2010’dan bu yana sağ popülist bir iktidar tarafından yönetiliyor ve otoriteryen kimliği ve söylemleriyle Viktor Orbán, profaşist bir yol haritası izliyor. Söylemleri tipik sağ popülist otoriter lider söylemleri... Solu şeytanlaştırmak, Macar kökenli George Soros’u düşmanlaştırmak, dinden, büyük milletten, gelecek güzel günlerden söz etmek, Avrupa Birliği üyesi olmasına karşın AB’nin temel kurallarına karşı gelmek, her türlü demokrasi ve aydınlanma düşmanlığı... Konu ne olursa olsun manipülasyon ve demagojiye baş vurmak...
Bu açıdan bakıldığında, AKP-MHP ittifakı ile Viktor Orbán’ın liderliğindeki Fidesz (Macar Yurttaşlar Birliği) ile Hıristiyan Demokrat Halk Partisi (KDNP) ittifakının temel argümanları ve davranışları çok benzer. Belki bunun yanı sıra, bir de ekonomiye yaklaşımlarına bakmak gerek. Evet Orbán iktidarı da serbest piyasacı, ama duruma göre serbest piyasaya keyfi müdahaleler yapmaktan hiç geri durmuyor. Ancak bir farkla, Orbán iktidarının müdahaleleri AKP-MHP iktidarının müdahalelerinin tersine genelde ‘başarılı’ sonuçlar vermiş. Türkiye belki de tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşarken, Macaristan’da böyle bir sorun yok. Enflasyon yüzde 4.5, işsizlik oranı yüzde 4.35, GSYİH iktidara geldiğinde 131 milyar dolarken bugün yaklaşık 181 milyar dolar.
Orta sınıf ve çalışanlara destek
Fidesz oy deposu olan kesimlere verdiği sosyal ve ekonomik desteklerle de tabanını diri tutmayı başarıyor. Üç çocuk az geliyor bu gerici otoriter iktidara, ama bizdeki gibi laf olsun diye “En az üç çocuk yapın” demekle kalmamış, en az dört çocuk doğuran annelere ömür boyu gelir vergisi muafiyeti getirmişler. Evliliği desteklerken, ilk kez evlenen 40 yaş altı kadınlara 31 bin 500 avroya kadar ucuz kredi veriliyor. İkinci çocuktan sonra kredi borcunun üçte biri siliniyor. Üçüncü çocuk olursa kredi borcu iptal! Otomobil alımından tutun da ev kredisine kadar böyle pek çok teşvik var. Hemen hatırlatalım, Orbán iktidarı asgari ücrete yüzde 20 zam yapmış. Bizdeki gibi yüzde 114 enflasyon ortamında yüzde 50 değil, yüzde 4.5 enflasyona karşı yüzde 20. Orta direk ve çalışan sınıflara yönelik teşvikleri bir şekilde bu seçimi kazanmasının en önemli etkenlerinden biri özetle.
Sosyalizmin yıkılışıyla kendini vahşi piyasa ekonomisi içinde bulan Macarlar, 2010’a kadar işsizlik ve yoksullaşmayla yüzleşmişti. 10 milyon nüfuslu ülkede 1 milyon kişi işini kaybetmişti. Bu sürecin sonrasında 2010’da iktidara gelen Fidesz, ‘işe dayalı bir toplum’ inşa etmeye kalkıştı. İşverenlere vergi teşvikleri verdi, kırsal alanda ise yoksullaşmış ve işsiz kalmış yaklaşık 200 bin kişiye asgari ücret altı istihdam sağlayacak bayındırlık yatırımlarına girişti. Asgari ücret kademeli olarak arttı, satın alma gücü paritesi de...
Orbán’ın şansı, dipten gelen ülkeyi devralmak
Yani Fidesz bir yandan AKP’ye benzeyen ama çok daha başarılı bir örnek. Söz gelimi teşvikleri betona gömmedi, yolsuzluklar bir gayya koyusuna dönüşmedi. Faşizan söylemlerini ise AKP ve MHP gibi kabak tadı verecek şekilde yapmak yerine daha sinsi bir siyaset sürdürdü. Müslüman göçmenler ve LGBTQ’yu ötekileştirirken bile, bu propagandasını bile ekonomik bir bağlama oturttu.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılmasından bu yana, yani Birinci Dünya Savaşı’ndan beri istikrar arayışı, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan zorluklar, sosyalizm sürecinde SSCB müdahalesi, sosyalizmin çöküşünden sonra ağır bir yozlaşma ve yoksullaşmadan sonra öyle ya da böyle Fidesz ile bir ‘istikrar’ yakaladığını düşünen bir Macar halkı var göründüğü kadar. Ve iPad’de ciddiyetsizce yazılmış bir anti-demokratik anayasa (Burhan Kuzu’yu hatırlatalım, bu ciddiyetsizlik ve hukuk düşmanlığı açısından benzerlik nasıl?), insan hakları ve ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar, azınlıklara yönelik faşizan yaklaşımlar, bu geniş orta sınıf ve çalışanlar için temel sorunlar değil. Aynı şekilde iş dünyasının da keyfi yerinde.
Savaş da ‘tarafsız’ Orbán’a yaradı
Siz buna bir de seçim arifesinde patlak veren Rusya-Ukrayna savaşının atmosferini ekleyin... Burada benzer bir yan var Viktor Orbán ile Recep Tayyip Erdoğan arasında! İkisi de benzer bir tavır aldı ve bu bir şekilde halk nezdinde ‘kendi halkının çıkarlarını gözeten lider’ profili yarattı. Tarafsız ve arabulucu görünmek, ABD ve NATO baskısına prim vermemek gibi... Bir farkla, Orbán’ınki daha cesur bir hamleydi, çünkü Macarların hafızasında Budapeşte caddelerinde gezen tanklar var. Bu tavrıyla da birkaç puan daha toplamış olma ihtimali var Orbán’ın. Bu da belki muhalefet için önemli bir ders olabilir, zira bizim altılı masadakiler NATO’ya destek vermekte pek bir istekli görünüyorlar.
Muhafazakara karşı muhafazakarlık sökmez
AKP’nin ise böyle teşvikler verebilecek hali yok, çünkü yolsuzluklar ve korkunç beceriksiz ekonomi yönetimiyle deniz çoktan bitti!
Macaristan’da olup bitenler, Macar halkının önemli bir kısmının, ama kabaca orta sınıfların ‘istikrar’ için demokrasiyi ve insan haklarını çok rahat feda edebileceğini gösteriyor. İşte bu Türkiye ile çok benzer bir yan! Yani eğer seçim programınızı ‘Batılı değerler’, ‘demokrasi’, ‘liberalizm’ üzerine kurgularsanız, bir de üstüne üstlük aşırı sağ muhafazakar bir lidere karşı muhafazakarlık yarışına girerseniz, bu konjonktürde pek şansınız olmuyor. Ve hele ki bu otoriter rejime karşı kurduğunuz cephede iç dengeleri koruyabilmek için binbir takla atmak zorundaysanız!
Söylemle gerçekliğiniz birbirini tutmazsa...
Şimdi Macarların ‘Macaristan İçin Birlik’ altılı ittifakıyla bizim ‘altılı masaya’ gelelim... Macaristan’daki ittifakı Demokratik Koalisyon, Jobbik, Momentum, Yeşiller Partisi, Macaristan Sosyalist Partisi ve Macaristan İçin Diyalog oluşturuyor. Bizdekine göre biraz daha sol ve biraz daha sağ karışık, biraz da mecburiyetten doğan bir birlik sözünü ettiğimiz. Liberal söylemlere, buna karşın muhafazakâr çıkışlara sahip, ama neresinden bakarsanız bakın tam olarak oturmuş bir siyasi söylemi olmayan bir ittifak. Söz gelimi ittifakın ortak adayı Péter Márki-Zay, Orbán ve Fidesz’e ilk yenilgisini tattıran isim. Bu ittifakı sol ve liberal olarak tanımlayanlar için Márki-Zay’in nasıl bir profil çizdiğine bakalım: Kürtaj karşıtı, milliyetçi-muhafazakar, homofobik, Katolik eski bir Fidesz seçmeni! Kendisi liberal olarak tanımlanan Momentum’un lideri! Budapeşte seçimlerindeki muhalefet zaferi ise biraz başkentin kendine özgülüğüyle açıklanabilecek cinsten. Bir dünya kentinin sakinleri için Fidesz oldukça bağnaz kaçtığı için kolay kazanılmış bir zafer bile denebilir. Ama ülkenin geneli, kırsal nüfus ve orta katmanlarla çalışanlar için aynı şeyi söylemek güç.
Kürtaj karşıtı, koyu katolik liberal!
Ortak aday meselesi önemli bir mesele... Bunu belirlerken ittifak çok ciddi sancılar çekti ve sonuçta böyle bir muhafazakâr, hatta aşırı muhafazakâr bir siyasi figür Macaristan İçin Birlik’in adayı oldu. Size bir şey hatırlatıyor mu, mesela Ekmeleddin İhsanoğlu gibi bir şey ya da Macaristan seçiminin hemen ardından aday olarak adı geçmeye başlayan Haşim Kılıç... Bu ne deve, ne kuş, ilkesizlik birliktelik meselesi sanıyorum iki muhalefet açısından en büyük benzerlik. Bir de karşınızda ekonomik açıdan başarılı, taban desteği olan bir aşırı sağcı demagog varsa işinin hayli zor. Bir de buna inandırıcılıktan yoksun söylemler geliştirdiniz mi, seçimlerden başarılı çıkmanız daha da zor. Üstelik medyanın iktidarın elinde olduğunu, para musluklarını da kontrol ettiğini, saha çalışmalarında bire on fazla para harcama imkanı olduğunu eklerseniz. Hele ki burnunuzun dibinde bir savaş çıkmışken, savaş çığırtkanlığı yapan NATO’nun yanında da yer alırsanız, sanırım seçim hezimeti bir sürpriz olmaktan çıkar!
Altılı masadakilerin avantajı hala büyük
Sanırım sağ popülistle mücadele ederken bir karşı popülizm geliştirmek şart, söylemler önemli. Ama eğer ki bunu –mış gibi yapan bir grup özde aşırı muhafazakâr sözde liberalle yapmaya kalkarsanız pek inandırıcı olmuyor. Bir diğer mesele, iktidarın ekonomi politikalarıyla dalga geçip bir somut program sunamaz ve halkın geniş kesimlerini ikna edemezseniz yine olmuyor. Ve ayrıca ulusal çıkarlar yerine gözü kara Batıcı söylemlerle savaşa taraf olursanız o hiç olmuyor. Ve sahada birebir siyasi etkinlik ve propaganda yapamıyorsanız, pek şansınız kalmıyor. Sanki işte bu üç mesele, her iki ülkenin muhalefetinin ortak meselesi. Bizim altılı masadakilerin şansı tek adam rejiminin ekonomiyi enkaz haline getirmesi, yolsuzlukların ayyuka çıkması ve küçük ortağın büyük saçmalıkları... Bir de metal yorgunluğu var ki o da çok önemli. Yani çok büyük hatalar yapılmaz (ikinci bir Ekmeleddin, içi boş söylemler ve şovlar) ve ayakları yere basan programatik hedeflerle yola devam edilirse, bu iktidarın kazanma şansı pek yok.