Osman Ç. 2019 yılında 16 yaşındaki yeğenine iki gün boyunca cinsel istismarda bulunuyor. Mağdur şikayetçi oluyor ve Osman Ç. gözaltına alınıyor. İfadesinin ardından mahkeme tarafından serbest bırakılıyor. İki ay sonra adli tıp raporu düzenleniyor. Rapora göre, Osman Ç.’nin odasında sperm örnekleri ve mendilde mağdura ait kan örnekleri tespit ediliyor. Bunun üzerine tekrar gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor. Yaklaşık dört ay tutuklu kalıyor ve 13 Ocak’taki ilk duruşmada deliller sabit olmasına ve savcının mağdur lehine mütalaa vermesine rağmen serbest bırakılıyor.
Buraya kadar çok da yabancı olmadığımız bir manzara ile karşılaşıyoruz. Maruz bırakıldığı şiddet yüzünden okunan, bu şiddeti defedebilmek için meşru müdafaa yoluna başvuran Melek İpek hakkında derhal tutuklama kararı veren yargı, fail erkek olduğunda farklı bir “hukuki yorum” ile yaklaşıyor. İki durumu elbette eşitlemek mümkün değil. Arada Melek İpek’in kendini korumak amacı dışında şöyle büyük bir fark da var: Türkiye imzacısı olduğu CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi gereği şiddete uğrayanı temele alarak ikincil mağduriyete yol açmayacak şekilde hareket etmeli. Ancak her iki örnekte de gördüğümüz şu; şiddete maruz bırakılanların ikincil mağduriyetine sebep olmak. Melek İpek’in özgül durumunu değerlendirmeyerek... İstismara maruz bırakılanı ve toplumu adalet duygusundan mahrum bırakarak... Hukuk, yapısal eşitsizliklerin parçası ve devam ettiricisi rolünü layıkıyla yerine getirmiş oluyor bu tutumuyla. Mahkeme salonlarını doldurma nedenimiz de bundan.
Peki, Osman Ç. cezaevi önünde neden davul ve zurnalı bir şenlikle karşılandı? Neyi kutluyorlar? Tiksinti uyandıran görüntüleri bireylerin pişkinlik ve ahlaksızlığı çerçevesinde mi değerlendirelim? Haberi okurken benzer bir başka habere daha rastladım. İstismar faili beraat ettiğinde, aileyi ve çocuğu evlerinin önünde davul çalmakla tehdit ediyor.
Bu meczupça halin toplumsal cinsiyet eşitliği krizi ile ilişkisi olmalı. Yükselen kadın hareketi karşısında ataerki hala gücünü koruyor ama bir yandan kan kaybediyor ve aşınıyor. “Doğası” itibariyle sahip olduğu imtiyazları kaybetme korkusu içinde olan erkek egemenliği şiddetin görünümlerini de değiştiriyor. Gittikçe saldırganlaşan yöntemlere başvurulması da bu bağdan ötürü. Burada yaşamın birçok alanında söz sahibi olmaya kendini aday görmüş direnen kadınlar var ve bu durum salt bireysel güçlenme hali değil. Elbette bireysel güçlenmeyi de içeriyor ancak bu da kolektif bir çabanın ürünü. Nihayetinde toplumsal cinsiyet eşitliği krizine karşı elde edilen her kazanım ataerki için eskisinden daha büyük bir anlam ifade ediyor. Çünkü, düzen değişmedi belki ama temeli eskisi kadar sağlam değil artık. Çatırdamalar oluyorsa, ataerkil kapitalizm bunu elbet onarmaya çalışacak. Onaramazsa bir biçimiyle değişmek zorunda ve bu işine gelmeyecektir.
İşte o davul zurna sesinin hissettirdiği tam olarak bu. Kaide ataerkinin zaferi değil artık. Öyle olsaydı kutlanmaya değer olmazdı. Bir süredir kaide, kadınların mücadelesi ve muhalefeti.
Toplumsal cinsiyet eşitliği krizi dünyanın dört bir yanında devam eden kadın mücadelesi ile ilişkili. Hiçbir şey yoktan var olmuyor. Ataerkinin saldırgan tutumu da öyle. Suçlar ve suçlular, cezalandırılmak yerine devlet eliyle pekiştiriliyor. Kadına yönelik şiddet tahammül edemeyeceğimiz boyutlarda, şüpheli ölümler artıyor. Failler suçlarını hangi kılıflarda sunabileceklerini öğrendiler, bir adım daha ileri gidersek tüm bunlar yargı pratikleri ile öğretildi. Bunları anlatmaktan dilimizde tüy bitti. Yani, iktidar sözcülerinin şiddeti ayıptır, günahtır diyerek geçiştireceği bir hal yok ortada. Sırtı sıvazlananlar suçlarının ilanı davulları çalmakta beis görmüyor.
Toplumun bir kısmının sıkı sıkıya sarıldığı ahlak, edep, iffet kavramlarının tek taşıyıcısı kadınlar oldu neredeyse. Kadınların ve LGBTİ+’ ların kendi hayatı ve bedeni hakkındaki kararları sorgularken kullandığınız saldırgan tutumunuz nerede? Kadınlar kendilerine toplumsal cinsiyet rejimi tarafından biçilen rollerini reddediyorsa ve yeni imkanlar yaratıyorsa burada patlak veren şiddetin sistemli bir analizini yapmak gerekiyor. Bu yapılmadığında sığınma evi sayısını açıklarken şaşkın şaşkın bakarsınız kameralara. Ancak değişen toplumsal cinsiyet rejimi muhafazakar ve otoriter bir yapı ile elbette örtüşmüyor. Kadınlar lehine politika üretmeme sebeplerinden biri de bu, herkes biliyor. Burada değiştirici güç biz olmalıyız. Çünkü değişmesi gerekenler sistemleri ve kurumlarıyla birlikte değişmemek konusunda ısrarcı. Biz değiştireceğiz ve değiştirdiğimiz rejime uymaktan başka seçenek kalmayacak. İşte o zaman davullar bakalım kimler için çalacak.