80’lerde ABD’li iki psikolog çarpıcı bir araştırma yapıyor. Bu araştırmaya göre sosyoekonomik durumları düşük ailelerin çocukları ile üst sosyoekonomik düzeyden ailelerin çocuklarının kelime haznesini, duydukları kelime sayısını ve bunları anlamlandırma düzeylerini ölçüyorlar. Sonrasında ise bu çocukların kelime bilgisi ile akademik hayattaki başarıları arasında bir ilişki var mı diye bakıyorlar.
Sonuçlar şöyle: Anne babası üniversite mezunu olmayan ve yoksul olan ailelerin çocukları, ebeveynleri hem üniversite mezunu hem de zengin olan ailelerin çocuklarından daha az kelime duyuyor. 3 yaşına geldiğinde yoksul bir ailenin çocuğu ortalama 15 milyon kelime duymuş oluyor, zengin ailelerin çocukları ise 45 milyon kelime. Fark şu şekilde ortaya çıkıyor: Zengin ailelerin çocukları en kötü ihtimalle bir kreşe gidiyor, nitelikli bir bakıcıyla ya da ebeveynlerden birinin birebir ilgisiyle büyüyor. Ayrıca bolca kitap, oyuncak ve diyalog imkanı buluyor. Saydıklarımın hepsi beyin gelişimi için birer uyaran. Bu uyarıcıları sağlayan ise ekonomik durum. Okula başladıklarında da uçurum açıldıkça açılıyor. Çünkü çok duyan, kendisine vakit ayrılan çocuk daha çabuk kavrıyor, anlamlandırıyor ve ifade ediyor.
Bahsi geçen araştırma ABD’de yoksul çocuklara yönelik bir eğitim programının faydalarını ölçerken yapılmaya başlanıyor. ‘Head Start’ adı verilen program uzun yıllar uygulanıyor ve sonucu hüsran oluyor. Çocukların eğitimine etkisi neredeyse sıfır. Program iyi, nitelikli bir program. Sonuncunun neden böyle olduğu sorusu araştırmacıların aklını kurcalıyor. Betty Hard ve Todd Risley araştırmanın sahipleri. Dil öğrenme becerilerinin 4 yaşına kadar geliştiği kabul edilir. Bu yüzden işitemeyen insanların 30 yaşında duymaya başlaması pek bir şey değiştirmez hayatlarında. Duyarlar ve konuşamazlar. Ama 6 aylıkken işitme cihazı kullanmaya başlayanlar bu engellerini aşabilir. Bu bilgiler ışığında dilsel gelişimleri mercek altına alınıyor ve bu sonuca varılıyor.
Bizim ülkede şu an eğitim tartışması EBA’ya, online eğitime ulaşamama üzerinden ilerliyor. Eğitim alamayan çocukların halini her hafta başka bir örnekle görüyoruz. Tableti, televizyonu olmadığı için ulaşamayanlar bir hafta karşımızda, diğer hafta interneti olmadığı için dağ tepelerinde çocuklar ekranda. Bitmeyen ve her gün daha da derinleşen, sivrilen bir eşitsizlik. Okullar, o beton binalar varken bir nebze üstü örtülebiliyordu bu eşitsizliğin. Artık mümkün değil. Binlerce çocuğu dört duvar arasına tıkıp, içeride ne olduğunun çok da sorgulanmadığı, devletin ‘ülkenin geleceğini hazırladığı’ iddiasını sürdürmesine imkan veren şartlar bir süre rafa kalktı.
Belki de fena olmadı, süreğen bir yalanın gerçekliği tartışmaya açılabildi. Şimdi yoksulların çocuğu ile zenginin çocuğu eşit şekilde eğitim alamıyor dendiğinde ‘Herkesin gittiği ücretsiz okullar var’ cevabı geçerliliğini yitirdi. Eğitim materyalleri yetersiz dediğinizde, ‘e herkese ücretsiz ulaştırıyoruz ya ders kitaplarını’ mavalı son buldu. Artık başka sorular ortada: Temel eşitsizlikleri ortadan kaldırmadan -güya- herkese ücretsiz okul sundunuz da ne oldu, ücretsiz kitaplar sorunu çözdü mü? Artık tüm çocuklar hayata aynı yerden başlayabiliyor mu? Cevaplarınız neler?
Buradan hangi sonuca varmalıyız? Dağ başında EBA’ya ulaşmaya çalışan çocukları görünce bunları hatırladım. Eşitlik tartışmasını daha derinden, daha temelden yapmalıyız. Bugün kristalleşmiş olan sorun EBA’ya ulaşamamak olabilir ama ulaşıldığında da ne derece fayda sağlanabileceği bir başka sorun. Zar zor edinilen bir bilgisayar karşısında dar kelime haznesiyle anlatılanı anlamlandırmaya çalışan bir çocuk ile onun 3 katı bilişsel ve dilsel beceriyle anlamaya çalışan çocuk bir olur mu?
Hayatta her şeyin sınıfsal olduğunun bir başka kanıtı. Temel eşitsizliği, üretim araçlarını elinde tutanlar ve emekleri sömürülen arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmadan yürüteceğimiz her eşitlik tartışmasının kısmi kazanımlardan öteye gidemeyeceğinin bir hatırlatıcısı daha. Öyleyse konu ‘EBA’ya ulaşamıyoruz’ düzeyinde kalmasın. Gerçek eşitliğin zeminini oluşturacak tartışmaları açtıkça açalım, gündemde tutalım.