Bundan tam 86 yıl önce Türkiyeli kadınlar olarak seçme seçilme hakkına kavuştuk. Hem hakkın kazanılması süresince verilen mücadele hem bu süreçte ortaya çıkan fikir ayrılıkları feminist mücadele tarihimiz içinde önemini koruyor.


Hakkın kazanıldığı 5 Aralık 1934 tarihine kadar Osmanlı kadınlarının, siyasal hak taleplerini çeşitli dergiler ve örgütler aracılığıyla dile getirdiğini görüyoruz. 1923’te Kadınlar Halk Fırkası’nı kurma girişimiyle Nezihe Muhiddin bu siyasal talebin sistemli bir savunusunu yapıyor. Mücadeleleri süresince birçok engelle karşılaşan Nezihe Muhiddin ve arkadaşları için bu engelleri aşabilmek amacıyla çeşitli manevralar yapmak da bir zorunluluk haline geliyor. Engellerden biri kadınların siyasal hakları olmadığı gerekçesiyle Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluşuna izin verilmemesi ve partinin adının Türk Kadınlar Birliği (1924) olarak düzenlenmesi oluyor. TKB bu değişiklik sonucunda seçme seçilme hakkından vazgeçmemişse de varlığını korumak ve sürdürmek amacıyla politik vurgusunu öne çıkarmamaya gayret ediyor. Kuruluş sürecine dair şu kısacık tarif dahi kadınlara seçme seçilme hakkının “verildiği” egemen fikrini çürütmeye yetiyor.


TKB’nin siyasal taleplerine yönelik engellemeler buna bağlı başka sorunlarla daha karşılaştırıyor bizi: Siyasal hakların hangi kadınlara tanınacağı ikilemi. Birliğin üyelerinden Esma Zafir bir yazısında kadınların yalnızca aydın kesimine bu hakların verilmesinin de önemli bir adım olduğunu öne sürüyor. Burada, çalışmaların devamlılığını sağlamak için uyumlanmanın bir tercih olarak akılda tutulduğunu söyleyebiliriz. Esma Zafir’in sözünü ettiği tercihi tarihsel koşullar çerçevesinde değerlendirmek önerilebilir ancak bu soru hareket içerisinde liberal bir yönelim olduğunu da ortaya koyuyor.


1927 yılında TKB’nin faaliyetlerinin basında yer bulması, İstanbul dışındaki şehirlerde de örgütlenmeye başlaması daha yoğun bir baskıyla karşılaşmalarına neden oluyor. İlerleyen süreçte siyasi faaliyetlerin engellenmesi ve TKB’nin kapatılacağı söylentilerine karşı Nezihe Muhiddin “Eğer bu eylemler kabahatse beni hapse kadar götürsünler.” diye cevap veriyor. Nezihe Muhiddin’in ifadesi birçok baskıyı göze alarak kimi zaman da gözünü karartarak mücadeleyi sürdürdüklerini gösteriyor. Nitekim aynı yıl içinde hükümetin Nezihe Muhiddin’ e muhalif gruplarla yürüttüğü çalışmalar sonucu Nezihe Muhiddin TKB’ den ihraç ediliyor. TKB, Nezihe Muhiddin’in ihracı sonrasında 1935 yılına kadar hayır işleri ile uğraşmayı kendine görev billiyor ve Nezihe Muhiddin’in politikalarına karşı olduklarını da açıkça dile getiriyor. 1935 yılında kadınlara erkekler kadar hak verildiği gerekçesiyle TKB kapatılıyor.


TKB’nin cesur mücadelesini unutturmaya çalışsalarda zorlu şartlarda hakkının peşine düşen kadınları ve tarihimizi elbette hatırlıyoruz. Ancak aldığımız dersler yanında, TKB içerisinde bahsi geçen “Hangi kadınlar için seçme seçilme hakkı?” sorusu günümüz feminist mücadelesi için de bir tartışmayı açabilir. Kaldı ki bir süredir farklı zeminlerde feminist hareketin bir parçası olup olmama sorusu çerçevesinde benzer konular tartışılıyor. Bu durum feminist mücadelenin kapsayıcılığı gibi bir soruyu da kaçınılmaz olarak akla getiriyor. Soru basit gibi görünse de birbirine benzemeyenlerin sorunlarına gözünü kapatmamak demek.


Burada tartışmaya değer olan konu feminist hareketin günümüz koşullarında politik tercih olarak yapısal eşitsizlikleri gözetmeden bir siyaset ortaya koyup koymayacağı. Kapsayıcı olabilmek bu eşitsizlikleri dikkate değer bir mesele sayarak değerlendirmekle mümkün oluyor. Olan biteni bütünsel bir bakışla değerlendirdiğimizde feministliğimize halel gelmez. Aksine, “Hangi kadınlar?” sorusuna hiç duraksamadan cevap verebiliriz.


Kadınlar arasındaki farklılıkların gözetilmediği ve deneyimlerinin yok sayıldığı fikriyle çeşitli analiz yöntemleri geliştiriliyor. Ancak yıllar önce sosyalist feminizmin kadınların tahakküm altına alınmasının sınıf, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve ırk çerçevesinde ele alınması gerektiğini ve ancak böyle kavranabileceğini ortaya koyduğunu düşünürsek bu analizler geç kalmış olabilir. Ve bu büyük miras bize şunu söylüyor: Kalabalık kadınlarla buluşmak ve kadınların nasıl eşitsizliğe maruz bırakıldığını anlamak; üretim ve mülkiyet ilişkilerinin yol açtığı eşitsizlik başta olmak üzere tüm eşitsizlik yapılarını da sorgulamakla mümkün olabilir. Ancak bunu kavrayanlar kendilerine benzeyen ve benzemeyen kadınlara asla yalnız yürümeyeceğinin sözünü verebilir. Bu da elbette bir siyasi tercihtir.


*TKB’ye ilişkin bilgiler için “Kadınsız İnkılap” isimli kitaptan yararlanılmıştır.