Acaba hilozoistler “Madde canlıdır” demeseydiler, Anaksagoros “Her şey akar” demeseydi ve Demokritos “Maddenin en küçük yapı taşı atomdur” diyerek materyalizmin ilk tohumlarını ortaya atmasaydı idealizm yerle bir edilebilir miydi?

Marx, Engels ve Lenin kapitalizmin azılı düşmanları olmasaydılar ve teorik-pratik miraslar bırakmasalardı bizlere, şu anda bulunduğumuz koşulları nasıl yorumlardık acaba?

Sosyalizmi inşa etmeyi her defasında spekülatif olmaktan çıkarıp rasyonalizme oturtabiliyor muyuz?

Yoksul emekçilere aslında doğuştan yoksul olmadıklarını, burjuvazinin eliyle yoksullaştırıldıklarını, aslında tüm zenginliğin emekçilere yani kendilerine ait olduğuna ikna edebiliyor muyuz?

Bırakılan mirasa layıkıyla sahip çıkabiliyor muyuz?

*
Soru sormaya devam etmek isterdim ama şimdilik burada bırakmak zorundayım.

Bunları kendi kendimize sormalıyız elbette.

Özellikle biz devrimcilere ne oluyor da soru kıtlığı yaşıyoruz, anlamlandırmak bir hayli güç.

Devrimciler olarak dün yaşanmış olanı bugün enine boyuna sentezlemek ve yarına hazırlamakla mükellefiz.

Hiç kimse konuşmak, soru sormak veyahut cevap vermek istemiyor.

Marx der ki ”Amansız her şeyin gözü kara eleştirisidir yaptıklarımız ve yapacaklarımız”.

Devrimciler olarak tüm özgüvenimizle ‘Her şeyi baştan aşağı amansız bir şekilde eleştiriyor, eleştirerek yıktıklarımız yerine emekçiler yararına yeniden inşa ediyoruz’ diyebiliyor muyuz?

Pratik ve teorik eleştirilere sırtımızı yaslayarak otoriter rejimleri, özel mülkiyeti hatta kapitalizmin kırıntısını dahi yıkmak istiyoruz.
Peki yerine inşa edeceğimiz gerçekten emekçilerin yararına olacak mı?
Hiç kimse konuşmaz, söz almaz, soru sormaktan kaçınırsa herkesin emekçiler yararına mı zararına mı fikirler beslediğini nereden bileceğiz, nereden anlayacağız.

Derseniz ki “Partiye üye olmuşum, sendikaya üye olmuşum, parti çalışmalarını yakından takip ediyorum, benim emekçilere ne zararım olabilir?” şöyle cevaplamak isterim:

Eğer ki soru sormuyor ve tartışma alanları yaratamıyorsak,
Eğer ki hep başkalarının bir şeyler düşünmesini, bir şeylere her zaman başkalarının önayak olmasını bekliyor ve düşünülmüş olanı onaylayan, konfor alanından çıkmayan bir pozisyondaysak,
Eğer ki yeni bir politik fikrin sahibi değil de yeni bir politik fikrin sahiplerinin “İçten içe kendimiz hariç” kimlerin olacağını gözeten konumdaysak,
Ve bu konformizmimiz yüzünden yaptıklarımız sınıf mücadelesini sekteye uğratan cinsten olduğunu kavrayamaz haldeysek,
Sınıf mücadelesine verdiğimiz zararın haddi hesabı yok farkında bile değiliz.

Herkes elini taşın altına koymalı.

Sorulacak her sorunun, tartışılacak her konunun, önayak olunacak her politik fikrin sınıf mücadelesine katkısı o denli büyüktür ki izah etmek mümkün değildir.

Lenin'in bir sözüyle bitirmek istiyorum yazıyı:
“Kitlelerin özel bir uyanışı yönünde hangi kıvılcımın yangını alevlendireceğini bilmiyoruz, bilemeyiz. Bundan dolayı zemini, tüm zeminleri hatta görünürde en eski, şekilsiz olanı hatta verimsiz olanlarını dahi hazırlamak için komünist eylemlerimizi harekete geçirmeliyiz.
Tüm zeminleri işlemek! En beklenmeyenler karşısında tetikte olmak!
Ani biçim değişikliklerine hazır olmalıyız”

Hazırlıklı olmalıyız, en beklenmedik olana, görünürde olmayana, mümkün görünmeyene hazırlıklı olmalıyız yoldaşlar.