Bankta oturmuş karşısında duran 1000 odalı sarayı izliyor Cemil. sarayın içinde 1 odaya sığabilecek olan insanın neden 999 tane daha odaya ihtiyaç duyduğunu anlamaya alışıyor Cemil.
Daha önce de bunu düşünmüş fakat bir sonuca bağlayamamıştı, bağlayamaz da.
Her neyse, daha önemli konuları düşünmesi gerekiyor, şimdilik tek olan birinin 1000 odaya ihtiyaç duymasını irdelemek istemiyordu.
Bir yandan da 6 kişilik koğuşta 8 kişi kaldıklarını anımsayarak, kendi kendine “Ben de hep daha fazlasını istiyorum aslında, yere yatak seren diğer iki işçi olmasa aslında koğuşta rahatça vakit geçirebilirim diye düşünürüm. Ama bununla yetinmiyorum hiç bir zaman. Çünkü önceden koğuşta 6 kişiydik, bu sefer de 4 kişi olsaydık daha iyi olurdu diye geçirmiştim aklımdan. Demek ki insan hep daha fazlasını istiyor” diye söylendi içinden.
Elinde olmadan gülümsedi hüzünlü bir şekilde.
Bin odalı saraya karşılık 8 kişinin kaldığı koğuşu karşılaştırmasından herhalde.
Aklından çıkarmak istedi bu konuyu ama bir türlü başarılı olamadı.
Çıkaramadı aklından; bir insanın neden 1000 odalı bir yere ihtiyaç duyacağını.
“Acaba ben olsaydım nasıl kullanırdım bu sarayı”
diye düşünmeye başladı.
Şöyle kullanırmış eğer onun olsaydı saray:
Öncelikle odaların kapılarını renkli renkli yapardım.
50 odası siyah kapılı olsun diye emir verirdim emre itaat edecek olanlara.
Siyah kapılı odalar önemli benim için, malumunuz ayakkabı kutularına hazine saklamak bir hayli zor.
Dıştan bakınca görünen odalar depreme dayanıksız olsun diye emrederdim.
Deprem anında halka şöyle seslenirdim:
Kendime saray yaptırmış olabilirim ama gördüğünüz gibi bende sizinle iç içeyim, gördüğünüz gibi bende sizin gibi enkaz altında kalacaktım.
Siz öldünüz ama ben yaşıyorum kısmına takılmayın. Önemli olan sizin evinizdeki çatlakların aynısından benim sarayda da oluştu.
Keşke panikle çıkmış olmasaydım da yanıma bir kaç paket keyif çayı alsaydım.
Fırlatırdım üzerlerinize kiminiz gözyaşlarınızı silersiniz bu çaylarla. Kiminiz de gözyaşlarıyla demler çayını. Birileri çıkıp yalan söylemeye, fitne-fesat çıkarmaya çalışacaklar hakkımda. Ama şunu unutmayın ki ey halkım;
Şahsıma karşı çıkan vatan(saray) hainleri benim için diyecekler ki yalancıdır-hırsızdır. Bu fukaranın sarayından başka kaybedecek hiçbir şeyi yoktur. Eğer ki duyarsanız ki bir gün sarayımdan başka bir şeyim var, bilin ki ben hırsızlı...
Birden bire irkilerek uyandı düşünden.
Yağmaya başlayan yağmur düşünü tamamlamaya izin vermedi.
Sadece yağmurdan da değil başka sorunlarının olması da düş kurmasını olanaksızlaştırıyor haliyle.
Malum yılbaşı yaklaştığı için maaşlarına nasıl zamlar yapılacağını kestiremiyor Cemil.
Çalıştığı yerde sendika olmadığı için zamları işçiler değil patronlar belirliyor.
Patronların “Enflasyona göre zam yapıyoruz” dayanağı da TÜİK vesilesiyle işverenlerin yüzlerini güldüren bir vaziyette.
Gerçek enflasyon yerine yalan yanlış rakamlarla işçilerin alacakları zamların baltalanması da Cemil’in kafasından silemedikleri arasında.
İşçilerin güvenceli ve sağlıklı koşullarda çalışmaları için sadece sendikalı olmaları seçeneği mevcut diye düşündü. Oysa patronların sermayelerini güvence altına almaları için ise sayısız seçenek var.
Haa bir de sendika demişken, sendikaların nasıl bir yozlaşma içinde olduklarını -misal eğitim sendikasında olduğu gibi-, kendi üyelerine karşı savaş açacak kadar bataklıkta olduklarına da duyumsadı birden.
“Onu da ben mi düşüneceğim kardeşim” dedi Cemil, duymak isteyenin duyabileceği bir şekilde.
“Patron beni çalıştırmak için sağlıklı ve karnımı tok tutmak zorunda. Eee o zaman nedir bu telaşlarım, kaygılarım. Doyuramıyorsa karnımı, sağlığı mı koruyamıyorsa, gitsin patron dövüşsün politikacılarla.
Üretimin devam etmesi için, sermayesine sermaye katmak için, benim karnımı tok sırtımı pek tutmak zorunda.
Onu da ben mi düşüneceğim.
Biz sarayın işçileriyiz, saray sahipleri dövüşsünler kendi aralarında.
Hep halk mı (emekçiler mi) düşecek birbirine, biraz da sırtımızdan insinler de onlar düşsünler birbirlerine güç için, para için.”