Peki gerçekten konuşulması gereken bunlar mıydı? Erdoğan ilk açıklamasında "İzmir depremi aynı zamanda CHP'nin enkaz altında kaldığı bir depremdir" derken bakanları aynı saatlerde ne diyordu? "Şu an bu işin siyaseti olmaz. Önceliğimiz birlik beraberliğimiz." Peki bu işin siyaseti ne zaman olur? Depremin üzerinden kaç hafta geçmesi gerekir çürük raporlarının, ihmallerin, deprem vergilerinin sorulması için?

Birlik, beraberlik günüymüş, şimdi sırası mıymış çürük raporu konuşmanın... Tam da şimdi sırası. Rant, beton, inşaat ekonominiz, işte o enkazlarda gizli.

İhmaller zincirinin bir halkası imar affı

Bayraklı'da yıkılan Doğanlar ve Rıza Bey apartmanlarına ilçe belediyesinin 2012 ve 2018 yıllarında çürük raporu verdiği ortaya çıktı. Yerel yönetimin yapabileceği şey yalnızca bakanlığa rapor sunmak mı? Bakanlık tarafından bir adım atılmaması neden 116 yurttaş yaşamını yitirdiğinde konuşulmaya başlandı? AKP ve CHP arasında yaşanan merkezi ve yerel yönetim çatışması depremden çok daha önce ortaya çıkmalıydı. Depremlerin getireceği yıkımı öngören yerel yönetim, sorunu çözüme kavuşturana dek çürük ve riskli binaları her gün gündemine alabilirdi. Ama yapmadı.

Deprem sonrası CHP'nin söylemleri, iktidarın 18 yıldır yaptığı “suçu başkasına at” politikasından başka bir şey değildi.

Yalnızca deprem olduğunda konuşulan konulardan biri de imar affı. AKP iktidarı döneminde imar kanunu tam 22 kez değiştirilmiş. İmar affından faydalanan binaların enkazında kalıp yaşamını yitirenler oldu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, "İmar affı binanın sağlam olduğunu göstermiyor" demişti. Bu bir itiraf. Sağlam olmayan binaların aftan yararlandığının itirafı.

AKP'nin rant politikası da cebine attığı günlük kar da enkaz altında kaldı. Henüz 3-4 yaşında olan binalarda gözle görülür hasarlar var. Müteahhit düzenini yaratanlar, bundan rant ve kar sağlayanlar sermaye partilerinin bütünüdür. Yani yerel yönetime sahip CHP, AKP’nin merkezi yönetiminden farksızdır. Tek farkı AKP’nin yıllardır iktidarda olması. Birbirlerine yönelttikleri suçlamaların bir tarafı olmaya ise gerek yok. CHP iktidar olsa AKP ile yarışır. Hepsi aynı rantçı, hepsi aynı müteahhit düzenini sürdürmek peşinde. Bunun en somut örneği ise İzmir depremi. AKP iktidarının da içi, yıkılan binalar kadar çürük. Sorumluluktan kaçsalar da, suçu halka atsalar da AKP iktidarının ülkeye getirdiği tek şey yıkım.

Dikkat: “İhtiyaç sahibi” aranıyor

Sorulması gereken çok fazla soru, açığa çıkarılması gereken üstü örtülü noktalar var. Sermaye düzeni kar elde etmeyecekse insanları yaşatmak için tek bir adım atmaz. Yıllardır her depremde enkaza dönen ülke, bunun gözümüzün önündeki örneği.

Her seferinde ölen, betonların altında kalan yoksul halka anlatılması gereken de sorunun kaynağıdır. Kapitalist işleyişin kendisidir.

Ancak ülkenin muhalefetinden soluna anlattığı ve konuşmayı sevdiği tek şey; pansuman. Dağıtılsın çorbalar, açılsın çadırlar, toplansın yardımlar... Ancak öfke yatışsın. Öfke dinecekse, yaralar sadece sonraki depreme kadar sarılacaksa ve insanlar yine ölecekse; o pansuman halka değil bu düzene yapılıyor demektir.

Yaşam hakkının korunmasındaki sorumluluk, deprem gibi felaketlerin ardından da devam eder. Tabi ki ihmaller sonucu evleri, hayatları zarar gören yurttaşlar için çadırlar açılacak, masalar kurulacak. Bunu yapmak da kamunun görevidir. Deprem vergilerinin ısrarla sorulmasındaki neden de budur. Kamu depremden kaynaklanan tüm zararı karşılamak zorundadır ve bu bir lütuf gibi sunulamaz.

Zaten yapılması gereken çalışmaların yanında bir de sivil toplumculuk peşinde koşanlar ellerinde kolilerle hemen boy göstereceklerdir. Çünkü esas meseleleri sorunun kaynağını sorgulamak değil, yardım edilmiş yoksullar yaratarak öfkeleri yatıştırmaya çalışmak.

Dayanışma çağrıları sermayedarlar, hayırsever dernekler, yardımlaşma kurumları için aynı zamanda bir gösteri imkanı da sunar. Şanslarına bir televizyon kanalına denk gelirlerse ya da sosyal medyada iyi reklam yapabilirlerse, kendilerini topluma iyilik timsali olarak göstermenin iyi bir yolu yapılmış olur.

Ya dayanışma konuşulur ya da çürük binalar

Deprem alanına bir bakalım. Onlarca belediyenin yardım yapmak için yarıştığı yerde devrimcilere düşen, ‘yardımlaşma dernekleriyle’ aynı çizgide olmak mıydı? Yardım tırlarının yanına masa açarak ihtiyaç sahibi aramak mıydı?

Ortada duran sadece enkaza dönmüş binalar değil, ortada sorulması gereken koskoca bir hesap duruyor. İşte yardım dağıtmanın peşine düşen sol da apolitikliği tercih eden konumda kalıyor. Yardım faaliyetleri yürütmek politik bir faaliyet olarak ele alınamaz. Bu ancak düzen içi iyileştirme çalışmalarına katkı sağlamak olur.

Peki ikisi birlikte yapılamaz mı? Hem dayanışma masasında çorba dağıtıp hem deprem vergileri sorulamaz mı? Sorulamaz. Hem iktidarın istediği güllük gülistanlık görüntü verilip hem iktidar köşeye sıkıştırılamaz. Ya dayanışma ve mucizeler konuşulur, ya da çürük binalar.

Bireysel yardımların, dayanışmanın ne de güzel yaraları sarabileceği anlatılırken sol neden buna çanak tutuyor? Örgütlü olma bilincini, esas bu gibi durumlarda canla başla anlatmak yerine yaraya pansuman yapmakla yetiniliyor. Her krizde karşılaştığımız bu örnekler birer tercih.

Daha düne kadar 'askıda ekmek, askıda kıyafet' kampanyaları öven solun Bahçeli'ye verilen cevaptan bir şeyler öğrenmesi gerekirdi. Belli ki konu anlaşılmamış. Orada esas tepki MHP'ye değildi. Esas tepki “beni muhtaç hale getirme, yardım verme iş bul” tepkisiydi. Bu tepkiyi veren de bizzat “yardımlaşmaya muhtaç görülen” halktı.

Göz göre göre gelen deprem felaketinin ardından televizyonlarda ‘deprem çantası hazırlarken nelere dikkat edilmeli’ diye konuşacaklar. Riskli binalarda oturmak sanki yurttaşların tercihi gibi anlatacaklar. Yüzbinlerce lira borçlandırarak yapmak istedikleri kentsel dönüşümlere ‘mahalle halkı direndi’ diyecekler. Hiç utanmadan ‘depremle yaşamaya alışın’ diyerek sorumluluktan kaçmaya çalışacaklar. Yok öyle yağma! Bu deprem bir kez daha gösterdi ki, halk ödediği her kuruş verginin tek tek hesabını sormalı. Tüm sorumluluğu halka yüklemek isteyenlerin yakasına yapışılmalı.

Bir sonraki felaketi beklemeden iktidarı köşeye sıkıştıracak bu sorular sorulmalı ve cevapların peşi bırakılmamalı:

-20 yıldır toplanan 70 milyar 895 milyon 689 bin lira deprem vergisi nerede?

-İzmir depreminde yıkılan 3 binaya, 2012 ve 2018 yıllarından verilen çürük raporlarına rağmen neden önlem alınmadı?

-99 depreminden sonra 7 kez çıkarılan imar affının bu felakette payı yok mu?

-İstanbul'da beklenen ve milyonlarca kişiyi etkileyecek deprem için neden harekete geçilmiyor?

Bizlere düşen görev her kriz anında, 'yardıma muhtaç yoksul' aramak yerine, o yoksulluğu ortadan kaldırmak için tüm halka birlikte rant düzenine son vermek üzere hareket etmek olmalıdır.