Şili’de bir çöl var. Bolivya sınırında. Adı Atacama Çölü. Dünya’nın en kurak yerlerinden biri. Yani öyleydi. Şimdi bir çiçek bahçesi. 2015 yılında çöle yağmur yağdı, her yeri çiçekler sardı. Şili’nin çöllerinde 200 türden fazla çiçek açtı. Çölü yağmurlar besledi, çöl biriktirdiğini hemen serdi göz alabildiğine. Toprak müsait, tohumlar her yerde. 

Şili’nin tarihte rolü bu: Çöllerde bir çiçek. Yine çiçekler açtırdı kapitalizm kuraklığının ortasında. Örgütlü bir halkı kimse yenemezmiş, gösterdi bir kez daha. O güzel şarkı gerçek oldu. Şimdi gerçekten ‘tüm Şili şarkılar söylüyor’. Diktatör Pinochet’den kalan, Şili’yi neo-liberal politikaların kucağına atan, ülkenin emperyalistlere peşkeş çekilmesine izin veren  anayasayı değiştirecek olmanın mutluluğuyla. Bu rezilliğe halk son verecek. Yeni anayasayı yazacak heyeti halk belirleyecek. Üstelik -sembolik bile olsa çok önemli- yarısı kadın yarısı erkek olan bir heyet. Son 47 yıldır olduğu gibi ABD yönetimi değil, Şili’yi sömürenler değil, halkı asker postalı altında yaşatanlar değil. Değiştirecek olan bu uğurda gözlerini kaybedenler, bedenlerinin bir parçasını meydanlarda bırakanlar, kuşak kuşak ölümü göze alanlar.

Bir günde olmadı, iktidar bir deli rüzgarla sarsılmadı. Kanlarında olduğundan, Latin Amerika’nın ateşinden de değil. Yarım yüzyıllık bir mücadelenin ardından elde edildi bu başarı. Şimdi halk Victor Jara şarkılarıyla kutluyor kazandığını. Peki neyi kazandı? Bu kadar övgüye, bu sevince değecek bir iş mi bu? Tarih diktatörlerin adlarının er ya da geç silindiğini göstermedi mi hep? Bu heyecan niye? Bu sefer sadece bir diktatörün artıklarını temizleyen bir halkın anlaşılır coşkusu değil bu. Bu sevinç neo-liberalizmin sonunu fiilen ilan etmenin sevinci. 

Şili Orta Amerika’nın ‘model ülkesi’. Bu modellik, neo-liberalizmin bir uygulama alanı olması üzerine kurulu. Daha anlaşılır olması için biraz öncesini de konuşmak lazım yaşananların. Şili, 1970’lerin başında sosyalistlerin iktidarda olduğu, Küba’nın yarattığı rüzgarla devrime çok yakın görülen bir ülkeydi. 1973 yılında ise ABD destekli darbe yapıldı, sosyalist lider Allende öldürüldü. Yerine asker kökenli diktatör Pinochet geldi. 1973’ten 1990’a kadar ülkeyi yönetti. Kendisi gittiğinde yerinde anayasası kaldı. Bu anayasanın oluşturulduğu yıllar, neo-liberalizmin kapitalizmi sıkıştığı krizden çıkaracak bir yöntem olarak önerildiği yıllara denk düşer. Dolayısıyla Şili, askeri yönetimin kontrolünde, yeni anayasa ile neo-liberal politikaların denendiği ilk ülke oldu denebilir. Devletin etki alanı kısıtlandı; eğitim, sağlık, ulaşım gibi hayati konuların tamamı özel sektöre bağlandı. Sonuç olarak parası olmayan bunların hiçbirine ulaşamadı. Latin Amerika'nın geneline baktığınızda Şili zengin bir ülke. Toplamda. Görünürde. Gayri safi milli hasıla yüksek. Ama bu hasıladan, halka ait kısmı neresi belli değil. Güya ekonomi büyük ama halkın ekonomisi küçük. Zengin denilen bu ülkede halkın taleplerinden biri herkesin suya ulaşması.

Bugünkü Şili, coğrafi keşifler sonrası İspanyolların sömürmek için adım attığı topraklardan biri. Nüfusun çoğunluğu İspanyol kökenli. Bu durum ortaya 'hakları verilmeyen, asimile edilen, anayasada adları geçmeyen yerliler' sorununu da çıkarıyor. Halk yıllarca bu şekilde yönetilmiş olsa da artık bunu da kabul etmiyor. Yerliler ve İspanyol kökenliler iktidara karşı yerlilerin haklarını birlikte istiyor. Kadın cinayetleri  var, kadın ve LGBTİ+  haklarına açık saldırılar var. Yeni yazılacak anayasada bu konularda ele alınacak. Eşitlik için adımlar atılacak. 

Öldürülen sosyalist lider Allende ölümünden 40 yıl sonra açığa çıkan çatışma altında yaptığı son konuşmasında diyor ki ‘Halka olan sadakatimin bedelini hayatımla ödeyeceğim. Ve onlara, binlerce Şilili’nin tertemiz vicdanına serptiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söyleyeceğim.’ Görüyoruz ki Allende haklı, o tohumlar kuruyup gitmemiş. Toprak altında saklanmış, beslenmiş. Filizleneceği günü beklemiş. Bugün neoliberalizmi tarihin çöplüğüne atan ilk ülke olarak filizlendiğine şahit oluyoruz. 

Bunun öneminin üstünde çok durmalıyız. Yıkılan sadece Sovyetler değil işte, kapitalizmin ekonomik modelleri de yıkılıyor. Yıkılacak. Kapitalizmin kendisi de yok olacak. Bu kazanıma burun kıvırmak olmaz. Halkın devrimci coşkusu reformlarla dizginlendi, eleştirileri var. Vardığımız yer henüz devrim değil diye o yolda ön açacak bu kadar büyük gelişmeleri görmezden gelmeyelim. Aynı ay Bolivya'da da darbeyle iktidardan düşürülen, seçim esnasında ülkede bile olamayan sosyalist partinin adayı yeniden seçildi. Bolivyalılar da ne asker dinledi ne kovid. Halk istifaya zorlanan Morales'in partisine ve adayına sahip çıktı. Halkta, halklarda tohum var işte. Sosyalistler o yağmur olacak mı olmayacak mı, soru bu olmalı. Bir başka soru da sürekli 12 Eylül karşılaştırmaları yapanlara. Şili yaptı, biz yapamadık diye ağlaşanlara. Şili'de sosyalistler hiç vazgeçmedi. Askeri yönetim altında tekrar tekrar örgütlendiler. Bizden daha az acı görmediler, bizden daha az işkenceden geçmediler. Bizde işler böyle mi ilerledi? Bu soruları sormalı. Cevaplar içlerini rahatlatıyorsa ağlaşmaya devam edebilirler. Bizim sözümüz ise belli: Şili bundan böyle Orta Amerika'nın 'neoliberal model' ülkesi değil, neoliberalizmi tarihe gömmekte emekçi halkların modeli.