Bir sabah uyandık, atom bombaları geri dönmüş. 75 yıl sonra yeniden ateşlenmiş. Üstelik 5 katı şiddetinde. Hiroşima ve Nagazaki’de 210 bin insan ölmüştü. Bu sefer 1 milyon insan. Ne düşünür, ne hissederdiniz? İnsanlık ne yaşardı? TV’lerde, sokaklarda, hükümet toplantılarında ne konuşulurdu? Devlet Başkanları ne anlatırdı? Taziyeler, kınamalar, lanetlemeler… Geride kalanlara yardımlar, dünyanın her yerinden yola çıkan tırlar, heyet heyet doktorlar. 

Yıllarca konuşulacak, insanlık tarihinde büyük bir travma. Belki dünyanın gidişatını, yönetimini şekillendirecek. Bu kadar büyük bir tahrip gücünün nasıl kontrol altına alınacağı, böyle bir savaş aracını ortaya çıkaran koşulların nasıl ortadan kaldırılacağı, bu aracı kimlerin, nasıl kullanabildiği… Hepsi büyük tartışma konuları olarak yer alacaktı insanlığın önünde. 

Şükür ki böyle bir şey olmadı, bunlar yaşanmadı. Bir konu hariç. 1 milyon insan öldü. Burası farazi değil. Burası hem gözümüzün önünde olan hem bizden saklanmak istenen bir gerçek. Korona virüs kaynaklı ilk ölüm 9 Ocak. Ülkelerin açıkladığı verilerin toplamına baktığımızda o günden bu yana toplam ölüm sayısı 1 milyon 193 bin. Tabi bu bilebildiğimiz, belirleyebildiğimiz, halkla paylaşılan kısmı. Sayının bundan çok daha fazla olduğu herkes tarafından biliniyor. Peki, bildiklerimizle, bilmediklerimizle bu kadar insan neden öldü? Kader miydi, kaçınılmaz mıydı? Neden bu konuşulmuyor. Neden hükümetler yas ilan etmiyor, devlet başkanları ölenlerin adını anmıyor? Ne oldu bu kadar insanın hayatı basit sayılar halini aldı? Virüsten değil başka bir sebepten bu kadar insan ölse bu sessizlik mi karşılayacaktı yine bizi? Kaç yerde duydunuz toplam ölüm sayısının 1 milyonu aştığını? 

Ayrı ayrı ülkelerde haftalık, günlük parça parça veriler paylaşılıyor. Ama toplamlardan söz edilmiyor. Toplam sayılar açıklanır ve görünür bir hal alırsa yaşananların yıkıcılığı da en sert haliyle görünür olur. Bu yüzden türlü türlü oyunlarla, laf cambazlığıyla sayılarla oynuyorlar. Vaka demiyor da mesela sağlık bakanı hasta diyor. Halktan verileri gizliyoruz demiyor da ülke menfaatlerini koruyoruz diyor. Ama sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde yönetenlerin temel eğilimi bu. Binlerce insanın hastaneye bile gidemeden öldüğü ABD’de Trump ısrarla dönüp dönüp Çin Vebası diyor. Halkı manipüle etmek istiyor.  Döne döne, vurgulaya vurgulaya öfkeyi Çin’e yöneltmeye çalışıyor. Çünkü dünyanın süper gücü diye anılan ABD’de insanlar öbek öbek öldü. Kapılara yaşamını yitirenlerin bedenlerini koymaları için ceset torbaları asıldı. Bu halk öfekelenmeyecek mi, öfkesini nereye yöneltecek? Trump’a göre Çin’e yöneltmeli, Fahrettin Koca’ya göre maske takmayanlara. Ya pandemi döneminde bile virüslü hasta kabul etmeyen özel hastanelere? Haftaiçi yüzlerce insanın çalıştığı fabrikalara halkı gönderip haftasonu göstermelik sokağa çıkma yasağı ilan edenlere? Yok, olmaz. Öfke bunların hiçbirine yönelemez. Yönelmemeli. 

Güneş balçıkla sıvanmıyor ya, koca koca karanlıklar da bir iki cılız yalanla aydınlanmıyor. Sistem çöktü ve ilerlemiyor. Hastanelerde yataklar dolu, yoğun bakımlarda yer yok. Özel hastanelere hasta baktıramıyorlar. Onların imkanlarını kullanamıyorlar. Ülkelerde yeterli test kiti bile yok. Test kiti olsa sağlık çalışanlarını motive edecek imkan yok. Ülke çapında karantinalar ilan edilse ortaya çıkan ekonomik zararı karşılayabilecek büyük ve sağlam ekonomiler yok. Hadi üçüncü dünya ülkelerini anladık, Afrika’da Asya’da belki gidecek hastane bile yok. Hadi gelişmekte olan ülkeleri de anladık, henüz vakitleri var. Sonuçta daha gelişiyorlar. Peki süper güçler? Dünyayı yönetenler, savaşlar çıkaranlar, büyük oyunlar oynayanlar, kudreti dağı taşı aşanlar? Buradan neyi anlayalım? 

Neo-liberal politikaların insanlığa verdiği de vereceği de budur. 1 milyon kişinin adı anılmıyor ki bu insanlar neden öldü sorusu sorulmasın. Arkasındaki cevaba ulaşılmasın. Arada derede duyduğumuz 60-70 kişi öldü verileri kabul edilebilir olsun. Yavaş yavaş kulağımıza bile çalınmasın. Her gün trafik kazalarında bu kadar insan ölüyor, bu ne ki? Virüs deyip geçelim, insanlığın makus tarihi deyip susalım, her yüzyılda buna benzer şeyler olmuştur deyip fazla kurcalamayalım. Makus talihimiz mi? Virüsün ortaya çıkışı bile nüfusun çok, paranın az olduğu bir coğrafyada halkın yaşamak için her şeyi yemek haline getirmesi zorunluluğundan. İki güne bir çok ünlü birinin virüse yakalandığını duyuyoruz ama hepsi sapasağlam atlatıyor. Ama ne hikmetse dünyanın her yerinde fakir halktan insanlar ölüyor. Virüsten önce halkın sağlık hizmetlerine ulaşamaması öldürüyor. Kapitalizmin işleyişini bir milim oynatamayan, akışını bir saniye aksatamayan devlet yönetimleri öldürüyor. Eşitsizlik öldürüyor. Fakirlik öldürüyor. 1 milyon insan laf değil, bu insanlar gerçekten ölüyor. Ölmek fakirler için olunca haber değeri bile yok.


Belki virüsleri engellemenin bir yolu yok. Öyle olur, böyle olur bir virüs evrimleşir, insana bulaşır. Peki bu ölümleri azaltmanın çaresi de mi yok? Var. Silah sanayisine harcanan paraların binde biri sağlık için harcanmamış, biliyorduk da görmüş de olduk. Tersi olsaydı ölümler bu sayılara ulaşmayabilirdi. İnsanlığın geliştirdiği bilim, teknik; biriktirdiği değerler kapitalizmin değil insanlığın faydasına sunulsaydı bu kadar insan ölmeyebilirdi. İnsanların yaşamını yitirmesini bir kaç sayıdan ibaret görenler bu gerçeğin, şu an yaptıkları gibi, her zaman üstünü örtmek isteyecektir ama yaşamın herkes için olduğunu bilen ve buna sahip çıkan biz bu gerçeğe işaret etmekten vazgeçmeyeceğiz: 1 milyon insanı kapitalizm öldürdü diyeceğiz.