Günümüzde en çok duyduğumuz sözlerden biri “artık televizyon izlemiyorum”. Bunca kanalda, tartışma programlarında, haberlerde her gün onlarca insan gündemi değerlendiriyor. Merak edilen konulara açıklık getirmeye çalışıyor. Ya da çalışıyor mu? Ana akım medya uzun süredir AKP hükümetine yakın isimlerle, AKP hükümetinin belirlediği çerçevede yayınlar yapıyor. Ancak yayın faaliyeti, esasında gerçekleri halka anlatma faaliyetidir. Her kanalı değiştirdiğinde aynı isimler, aynı konular üzerine aynı fikirler “sözde tartışılarak” aynı sonuçlara bağlanıyor. Oysa gerçek, hükümetin tekelinde bulunan bir şey değil, tüm insanlığa ait ve evrenseldir. Sadece “basın özgürlüğü yok” genellemesi yapmanın da toplumda ne kadar karşılığı var? Basın özgürlüğü her zaman vardı. Ancak bu özgürlüğün kimin için kullanıldığı esas mesele. Eğer bahsedilen özgürlük toplumun “küçük bir kesiminin” tekelinde ise buna özgürlük denemez. Bugün Türkiye’de yaşanan da budur. Ana akım medyada imtiyaz sahibi kişilerin, diğer imtiyaz sahibi kişilere sağladığı bir özgürlük.
Kalemle yazanların yarışı
Basın kendisini ticarethane haline düşürmekte de özgür. Bugün basın faaliyeti çok net iki ayrım üzerinden şekillendiriliyor. İlk seçeneği seçenler için baskılar ve cezalar, ikinci seçeneği seçenler için ise para ve bir dizi imkan. Her şeyi bireye indirgeyen bir toplumda; para kazanmak ve “kariyer” için hangi seçeneğe yöneleceğin çok da zor bir tercih değildir. Ama tarihin her döneminde olduğu gibi kolay yolu seçmeyenler elbette var. Marks kalemle yazanlar olarak nitelediği yayıncılık türünü her zaman eleştirdi. Onun için basın faaliyetini yürüten kişi, eleştirdiği düzeni değiştirmek için mücadeleye kendini adayandır aynı zamanda.
Sadece kendi çıkarlarının peşinde koşan gazeteciler, aydınlar, akademisyenlerin; imtiyaz sahipleriyle kurduğu ortaklıklar, pastanın kırıntılarından pay alabilmek için girilen yarıştan ibaret. Bir avuç azınlığı savunma peşine düşmüş “kalemle yazanların” ikiyüzlülüğü toplumda da karşılığını bulamıyor.
Medyanın tarafsızlık çatışması
Ateşli tarafsız yayıncılık savunucuları, bir de şöyle düşünün; medyada bir taraf olabilmek özgürlüğü, basın özgürlüğüne dahildir.
Alternatif medya, bağımsız gazetecilik, muhalif yayıncılık… Bu tanımları uzatmak mümkün, ama önce şunda anlaşalım: Bir avuç zenginin söz sahibi olduğu, emek verenlerin sömürüldüğü, insanların iş kuyruklarında aylarını geçirdiği, her kesimden ‘geçinemiyorum’ seslerinin yükseldiği bir toplumda, hiçbir alanda özgürlükten bahsedilemez.
Hem bu toplumda yaşamak hem de toplumdan bağımsız çalışma yürütmek sağlanabilir mi?
Tarafsız yayıncılık, bağımsız gazetecilik, içinde yaşadığın toplumda mümkün olan bir şey değil. Her şeyin politik olduğu aynı toplumda yaşayan kişilerin, bir medya organına girdiğinde apolitik davranması mümkün değildir. Ayrıca mümkün olmalı mıdır? Bugün halka yalanlar anlatmak, bir avuç sermaye sahibini kollamak, milyonlar açlıkla mücadele ederken her şeyi güllük gülistanlık göstermek nasıl hükümetin ve yandaşların tarafıysa, gerçekleri anlatmak ve haberleştirmek de karşı taraftır.
Tarafsızlık övgüsü çok daha büyük bir başlığı da beraberinde getirir: Tartışmasızlık. Bir gündemi, haberi ele alırken bile eleştirmezseniz ya da savunmazsanız hiçbir sorunu ortaya koyamazsınız. Hiçbir ele alışı ya da hatayı değiştiremezsiniz. Sadece kendi zihnimizde oluşan yorumlar, doğru-yanlışlar kimsenin üzerine fikrini söyleyemeyeceği şekilde kaybolur gider.
Hükümeti eleştirmek ve baskılara karşı ayakta kalmaya çalışmak elbette önemlidir. Ama yalnızca hükümetten gelen baskılara karşı özgürlüğü savunmak değil, kariyer heveslilerine, bireyci yaklaşımla koltuk sahibi olma düşkünlüğüne karşı da mücadele verilmeli. Sadece uzmanları ilgilendiren alanlarda, uzmanların konuştuğu - yazıp çizdiği bir yayın faaliyeti, bu alanda kendi starlarını yaratmaktan öteye gitmez.
Tek çıkarı bu işten para kazanmak ve imkanlar etrafında çalışmasını yürütmek olan ana akım medya çalışanlarında, kendini öne çıkaran kişiler hep vardır. Haksızlığa uğrayan kişilerin de sesi olmak için yola çıkan kuruluşlar, bir yandan burjuvaziye bağlı yayınları ve bu tarz yayıncılığın bütününü eleştirir. Öte yandan da tıpkı onlar gibi kendi doğrularının sunumunda bir o kadar bireyleri öne çıkarır.
“Herkes sussun uzmanlar konuşsun” diyenler
Bir olayı, güncel sorunlar üzerinden temellendirerek inşa etmek kolektif bir çalışmayla verimli hale gelebilir. Sonuca ulaştıracak tek şey ise politik bir hedeftir. Ancak bugün yaratılan ‘starların’ gösterdiği şey bu işin yalnızca fiziken yapılabileceği. Gerçek ise şudur: Bir fikir ve hedef olmadan salt kişi ve kişiler üzerinden yürütülen faaliyetlerin, suya yazı yazmaktan farkı olmaz.
Bugün toplumda karşılık bulan, yalnızca fiziki bir çabanın değil bir fikrin sonucudur. Yazmayı sadece edebiyatçılara, konuşmayı diksiyonu düzgün uzmanlara, tartışmayı akademisyenlere has görenler, elbette bu dediğime karşı çıkacaktır. Onlara cevap vermek gerekirse; kendi çizdiğiniz çerçevedeki konuları tartışmak için yetersiz gördüğünüz emek verenler, yalnızca “sizin haberler akışınızda yer bulabilecek bir grup insan topluluğu” değil.
Bu düzen, emek verenlerin ellerinde baştan kurulmak üzere yıkıldığında, işte ancak o zaman gerçek basın özgürlüğünden bahsedeceğiz.