Başlıktan da anlaşılamayacağı üzere bu yazı; yapılar, doğa ve erkekler üzerine değil. Tam tersine kadının tüm dünyada görünmez kılındığı, yok sayıldığı ve herkesin her gün gördüğü bir gerçeklik üzerine: Ekonomi.

Şiddetin genel olarak fiziksel, duygusal, ekonomik ve cinsel olarak kategorize edildiğini artık biliyor olduğumuzu varsayıyorum. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınladığı son verilere göre 2019 yılında öldürülen 474 kadının 27’si ekonomik bahanelerle öldürüldü; çalışmak istedi, emeğini ve kendi parasını korudu. 2018 yılı verileri de çok farklı değil; öldürülen 440 kadının 35’i ekonomik bahanelerle öldürüldü.

OECD'nin hazırladığı ve cinsiyete göre ödenen ve ödenmeyen işlere ayrılan sürelerin yer aldığı grafik başka bir gerçeği gözler önüne seriyor. Araştırmanın "ödenmeyen iş" olarak tanımladığı başlıklar şunlar: Rutin ev işleri, alışveriş, hane halkı üyelerinin bakımı, çocuk bakımı, yetişkin bakımı, hane halkı üyesi olmayanlara bakım, gönüllülük, hane halkı faaliyetleriyle ilgili seyahatler ve diğer ücretsiz aktiviteler. Grafiğe göre Türkiye'de 1 erkek günde 67.6 dakikasında ödenmeyen iş ile meşgul olurken, 1 kadın günde 305 dakikasını harcıyor. Tam da bu noktada hatırlatmakta fayda var; TÜİK rakamlarına göre kadının ev içi görünmeyen emeğinin karşılığı da “işgücüne dahil olamayan” kategorisi altında “ev işleriyle meşgul” olarak tanımlanıyor. Son rakamlara göre “11 milyon 673 bin” kadından bahsediyorum. İşsizliği meşrulaştırılan ve emeğinin ekonomik karşılığına el konulan 11 milyon 673 bin kadın.

Ücretli bir işte çalışmayan ve sadece ev işi-çocuk bakımı ile meşgul bir kadının işini dışarıdan başka birisine yaptırsak ne kadar tutar diye merak ettim: Sadece temizlik, yemek, ütü ve çocuk bakımı bile aylık olarak (en düşük) 5.400 TL ediyor. Şimdi burada bir düşünelim: “işgücüne dahil olamayan” mı yoksa “emeğinin karşılığı verilmeyen ve emeğine el koyulan” mı? Aynı raporda “ev işleriyle meşgul” kategorisinde yer alan erkek sayısı “0” (yazıyla “sıfır”). Geçen sene işsiz kaldığım bir dönemde özel bir bankada görevli nerede çalıştığımı sormuştu, ben de işsiz olduğumu söylediğimde: “Hmm yani ev kadınısınız” demişti. İnatla “hayır işsizim” dememe rağmen “ev kadınısınız yani” diye ısrar etmişti. Ekonomik hayata katılmak isteyen ama iş bulamayan şahsım, TÜİK raporunda bir anda “ev kadını” olmuştum. Buna eleştirim ev içi emeğine el konulan kadınlığı aşağılamak asla değil; ekonomik hayata katılmama engel işsizlik olgusunun en nihayetinde erkek egemen iktidarın kontrolünde olması ve aynı egemen sistemin normlarına göre işsizliğimin meşrulaştırılması çabasından dolayıydı.

Yine TÜİK’in 2018 yılında yaptığı Gelir ve Yaşam Koşulları (GYKA) anketine bakarsak (hanelerdeki bireylerden bir önceki yıl içinde elde edilen gelirleri vb. hakkında alınan bilgilere dayanıyor) kadınların erkeklere göre tam zamanlı ücrete daha az erişebildiği ortaya çıkıyor; çalışan erkeklerin yüzde 71’i, kadınların ise yüzde 64’ü tam zamanlı ücretli çalışıyor. Bugünlerde ise tam da tüm dünya koronavirüse karşı mücadele ederken ekonomik sorunlar yaşıyoruz, karşımıza yeni işsizlikler ve ücretsiz izinler çıkıyor. Bir de “çocuk bakımı” olarak adlandırılan bir sorumluluğun sanki sadece kadına aitmiş gibi tatil edilen okulların ardından bu görev için kurum ve kuruluşlar tarafından sadece “annelere” verilen izinleri görüyoruz. Şaşırtıcı olmasa gerek; Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi’nin yaptığı “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”nın 2020 raporunun 5 yıllık değerlendirmesine göre babaların çocuk bakımına katkısı yıllara göre artış halinde olmasına rağmen, 25-35 yaş arasındaki babaların %11,6’sı, 36-50 yaş arasındaki babaların %14,4’ü çocuklarıyla hiç ilgilenmediklerini belirtiyor. Ne yazık ki toplumsal cinsiyet temelli normlar işte bu tür uygulamalarla yeniden üretilir hale geliyor.

Üstüne bir de virüsün yayılmasını engellemek için başlatılan #EvdeKal kampanyası da ev içi şiddetin artacağına, 6284’ün ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına ve yeterli korumanın sağlanmasına dair endişeler de artıyor. Artması da kuvvetle muhtemel çünkü diğer ülkelerde örnekleri görülüyor, birçok ülke bu konuyla ilgili önleme paketleri açıkladı. Henüz Türkiye’de ilgili makamlar bu konuda herhangi bir açıklama dahi yapmadı. Yani aslında bu endişelerin çok yerinde olduğunun farkındayız: 2019 yılında öldürülen 474 kadının 292’si, 2018 yılında 440 kadının 236’sı evinde öldürüldü. Birleşmiş Milletler’in yayınladığı araştırma raporuna göre de “ev” bir kadın için en tehlikeli yer olarak ortaya çıkıyor. Virüs yokken de emeğimizi ve en birincil hakkımız olan yaşam hakkımızı savunduğumuz gibi, virüs salgını nedeniyle evlerde kaldığımız bugünlerde de savunmaya devam ediyoruz, etmeliyiz de. Toplumsal cinsiyet temelli şiddete karşı 6284 koruma yasasının ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması için tüm kurum ve kuruluşlardan bütünlüklü ve eksiksiz olarak çalışmaları ve önlemleri artırmaları gerektiğinin altını çizmekte fayda var.

Tekrar edelim: Yapılar, doğa ve erkekler. İşte ekonomik hayatımızın sembolü.

Buraya kadar kadınların ekonomik olarak en başat toplumsal cinsiyet temelli yaşadığı ayrımcılık örneklerini masaya serelim istedim. Bizler aslında koronavirüsle hayatımıza giren “izolasyonun” ne olduğunu çok iyi biliyoruz; kadınların ekonomik ve sosyal hayattan izole edildiğini çok defa gördük, tecrübe ettik. Kadın düşmanı söylemler ve politikalarla kadınların evlere nasıl hapsedildiğine, o evlerde şiddete maruz kaldıklarına ve hatta öldürüldüklerine şahit olduk. Kadınların nasıl “ev dışı” alanlardan hem sosyal hem de ekonomik olarak izole edilmeye çalışıldığını hala görmeye devam ediyoruz derken cinsiyet ayrımı olmaksızın evlerimizde izole olmamız gereken bir dönemi yaşıyoruz, bu durum beraberinde ekonomik problemleri daha da derinleştiriyor.

İşsizlik tehlikesi, artan fiyatlar, işten çıkarılmalar ve şiddet sarmalında bir kadın için ekonomik bağımsızlığın önemi ve paraya olan ihtiyaç gün geçtikçe daha çok artıyor. Annemin “uzaktan çalışma böyle gitmez, sizi işten de çıkartırlar” evhamından sonra kafamı dağıtmaya çalışırken kitaplığımda şöyle bir kitap buldum: Cumhuriyet Dönemi Türk Kâğıt Paraları (Cüneyt Ölçer), 1923-1983 yıllarını kapsıyor. Meraktan kâğıt paraların günümüze kadar olan baskılarını da listeledim. Emeğimizin karşılığını ve eşit işe eşit ücret alamamamız gibi, işsizliğimizin meşrulaştırıldığı gibi, emeğimizin görünmez kılındığı gibi; kadının ekonomik düzen içerisindeki izolasyonunun imgesel yansımasını kâğıt paralar üzerinde görebiliriz. Genel olarak kâğıt paralarda yapılar, doğa (doğa manzaraları ve hayvanlar) ve erkekler resmediliyor; Türkiye’de basılan 130 kâğıt paranın sadece 13’ünde (5 farklı görsel içeren) kadın figürü var. Şunu fark ediyorum: Paranın kendisi bile erkek egemen sisteme uygun halde cinsiyetçi! Acaba dünya ne durumda diye merak edip diğer ülkelere bakayım dedim ama sonuç pek farklı değil. Yani dünyada ekonomik hayatı döndüren döviz banknotları üzerinde dahi görünmez kılınan kadın ve her defasında altı çizilen imgeler yine: Ekonominin zenginliğini gösteren (!) yapılar, ekonominin talan ettiği doğa ve ekonomiye egemen olan sistemin üreticileri erkekler.

Toparlamam gerekirse; sadece meraktan başlayan banknot tasarımlarını incelemekle ekonomik hayattan izolasyonun başka bir yüzünü görmüş oldum. Ardından da gelişen gündem sayesinde koronavirüs izolasyonunun sadece fiziksel ve sosyal bir izolasyon olmadığının farkında vardım. Koronavirüsün Türkiye’de ilk görüldüğü vakadan bu yana Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 20 kadın öldürüldü, 13’ü de evinde öldürüldü. Bugüne kadar 2020 Mart ayında öldürülen kadın sayısı ise şu an için 28. Biz kadınlar hayattan, toplumdan ve ekonomik hayattan izole edilmeye, baskıcı erkek egemen sistem sayesinde yabancı değiliz. Toplumsal cinsiyet temelli yüklenen normlarla evlere kapatılmayı, ekonomik hayattan soyutlanmayı, mücadele ettiğimiz zaman da şiddet görmeyi ve hatta öldürülmeyi yüzyıllardır tecrübe ediyoruz. 8 Mart’ın “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” olmasını sağlayan, ekonomiden izole edilmeye çalışılan mücadeleci tekstil işçisi kadınlardan biliyoruz, Mirabel kardeşlerin insan hakları için mücadele ederken onları siyasi ve sosyal hayattan izole etmeye çalışan iktidar tarafından öldürülmesinden biliyoruz, #LasTesis performansıyla kadına karşı şiddeti ve kadın cinayetlerine karşı mücadeleyi anlatırken ters kelepçe ile gözaltına alınmamızdan biliyoruz, 8 Mart’ta yürüyüş yapmak istediğimizde sokaklardan izole edilmeye çalışılarak saçlarımızdan sürüklenip yaka paça gözaltına alındığımızdan biliyoruz. Şimdi siz yüz yıllardır kadınlara dayatılan bu sosyal ve ekonomik izolasyonu görmüyor ve üstüne bir de virüsün yayılmasını önlemek için söylenen #EvdeKal sözlerine kulak asmıyor musunuz? Sokakta gezen bir erkek “ne yapayım evde kalıp bulaşık mı yıkayayım” demiş… Yıllardır mücadele ettiğimiz ve etmeye de devam edeceğimiz en birincil hak olan yaşam hakkımıza karşılık hala eşitlikçi olmayan egemen normların tehlikesi altındayız.Lakin bizim hiçbir zaman olmadığı gibi #KoronaGünlerindeKadınlarİçin de dayanışmayı ve mücadeleyi bırakmak gibi bir niyetimiz yok. Koronavirüs ile mücadele ettiğimiz bu günlerde cinsel suçlara getirilmesi planlanan indirimleri de kabul etmiyoruz. Artık bu tür indirimlerin teklif dahi edilmiyor olması, tam tersine özellikle şu izolasyon günleri için kadına karşı şiddete dair acil önlem paketi hazırlanmasının şart olduğunu hepimiz görüyoruz. Daha neyi bekliyorsunuz?