Koronavirüs'ün 10. gününde Sağlık Bakanlığı bir genelge yayınladı ve Türkiye'de özel ve vakıf hastaneleri kamu denetimine girdi. Koronavirüs şüphesiyle özel hastanelere başvuran kişilerin de tanısı kesinleşinceye kadar tedavileri yapılacak. Bu uygulama tabi ki geç kalınmış bir adımdı. Önemli olan bundan sonra bu hastanelerde halka yaygın biçimde ve ücretsiz olarak hızlı tanı testi de uygulanabilmesidir.
Bu genelge zaten kaçınılmazdı, AKP'nin toplum sağlığını hiçe sayan, piyasa karını önceleyen politikalarının çözümsüz kalacağı açıkça ortadaydı. Genelgeyle bir adım atıldı ama daha önce "Sağlıkta devrim yaptık" diyen AKP'nin, Şehir Hastaneleri politikalarının ne kadar yetersiz ve eksik kaldığı bir kez daha gün yüzüne çıktı.
Şehir Hastaneleri İtirafı: 10 bin kişiye 28 yatak!
Şehir Hastanelerindeki yatak sayısı yetersizmiş! Bunu söyleyen Sağlık Bakanı. Şehir Hastaneleri kurulurken AKP'nin argümanlarından biri yatak kapasitesinin artırılmasıydı. Meslek odaları rapor yayınlamış, 1 şehir hastanesine yapılan masrafla, 1200 yatak kapasiteli 29 hastane yapılabileceğini ortaya koymuştu. Şimdi ne oldu? Tüm dünyaya örnek olacak denilen bu yapılar Avrupa ortalamasının çok altında kaldı. AKP 17 yıllık iktidarı boyunca sağlık politikalarıyla övündü. "Çağ atladık, sağlıkta devrim yaptık" dediği dönüşümlerin tamamı sağlığın daha da piyasalaştırılmasıydı. Sağlıkta devrim yapıldıysa neden bugün yaşanan krizde, test bulunamamasını, yatak sayısının yetersizliğini konuşuyoruz?
Bugüne kadar 10 Şehir Hastanesi yapılmasına rağmen Türkiye, dünyadaki 47 ülke içinde hastane yatağı kapasitesinde 38'inci sırada. Kıyaslamayı Almanya'yla yapabiliriz. Nüfus sayılarımız aynı. Buna karşı Almanya’nın 661 bin yatak kapasitesi varken, Türkiye’nin yatak kapasitesi 225 bin. Yani Türkiye'de 100 bin kişiye 290 yatak düşerken, Almanya'da 100 bin kişiye 800 yatak düşüyor.
Kamuya değil özele kaynak
Hastane sayısı arttı ama kişi başına düşen yatak sayısı azaldı. AKP kamu hastaneleri yerine özel hastanelerin önünü açtı. 2008’de Türkiye'nin yatak kapasitesi 183 bin adetti. Ancak bu kapasitenin yüzde 11,4’ü özel hastanelerin elindeydi. 2018'de ise sağlık kuruluşlarının içindeki her 100 yatağın 21,6’sı özel hastanelerin elinde toplandı.
Tüm uyarılara rağmen, devlet hastanelerini geliştirmek yerine, rant sağlamak uğruna şehir hastanelerini yaptılar. AKP'nin sağlıkta ekonomi politikasının çimento karılıp inşa edilmiş hali işte bu Şehir Hastaneleri. Salgın daha ortaya çıkmadan önce de bu hastanelerin sorunu bitmiyordu ki. Randevu sistemleri çöker çalışmaz, ameliyatlar için gereken tıbbi malzeme alınamaz, vatandaşlar hastanelere ulaşamaz... Tüm bunların yanında bir de “yap-işlet-devret” sistemiyle iyice ticarethane gibi işletilmeye başlanmıştı. AKP ihaleleri verdiği patronlara "hasta garantisi" sunarak hastane içindeki otopark, cafe kazançlarıyla şirketlerin kasasını doldurdu.
Sağlık Bakanı her gece vaka sayılarını açıklıyor, Binlerce kişinin gözü ekranlarda. "Bakan konuşuyor, süreç iyi yönetiliyor" deniliyor ancak, yalnızca vaka sayılarının açıklanması kimseye yeterli gelmiyor. "Türkiye'nin sağlık sistemi virüsle mücadele de yeterli olacak mı?" sorusunun cevabını halk kendisi araştırarak bulmaya çalışıyor. Milyonlarca kişinin esas merak ettiği soruları başka kaynaklardan aramaya çalışması "Süreci iyi yönetmek” değildir. Hastanelerin durumu, sağlık çalışanları için alınan önlemler, cihazların ve testlerin sayısı, hangi illerde olduğuyla ilgili detaylı rapor hazırlanması gerekir.
Ayakta kalma mücadelesi: Kamulaştırma yayılıyor
Erdoğan "Liberalizmin savunucusu olan ülkeler hastaneleri ‘devletleştirmeye’ başladı. Kriz derinleştikçe bu tartışmalar çoğalacak" dedi. Evet kriz derinleşti, tartışmalar çoğaldı. Denetlenemeyen piyasa düzeninin çöküşünü gören ülkelerin kamulaştırma tedbirleri, Erdoğan’ı rahatsız etti.
Ekonominin dünya çapında krize girmesiyle Avrupa ülkeleri de çark etti. Koronavirüs'ün etkisiyle, dev şirketlerin batmaması için hükümetler devreye girdi, kamu denetimi süreci başladı. İtalya, Fransa ve İspanya dahil birçok Avrupa ülkesi batmamak için şirketleri kamu denetimine alıyor. İtalya havayolu şirketlerini, İspanya da hastaneleri kamu denetime aldı. Bu örnekler artacaktır. Çok değil 1 ay öncesine kadar ticari çatışmaları konuşan büyük şirketler, bugün ayakta kalabilmek için uğraşıyor. Avrupa'da da neo-liberal politikaların iflasıyla, şimdilik daha çok sağlık alanında adımlar atılsa da, Erdoğan'ın dediği gibi "Bu tartışmalar çoğalacak".
Yatak sayısı değil, inşaatçıların kasası arttı
Türkiye'de de sağlık krizinin derinleşmesinde etkisi büyük olan ve rant kapısı olarak inşa edilen Şehir Hastaneleri’nin çöküşüyle, kamunun payından alınıp özele verilen kaynaklar arttı. AKP'nin "Sağlıkta yaptığı devrimden" yalnızca özel hastanelerin ve ihaleleri verdikleri yandaşlarının yararlandığı sistem, bu salgınla birlikte kendi yüzlerine de tokat gibi çarptı. Şehir Hastaneleri bugüne kadar hizmet için değil rant için kullanıldı. İhalelerle inşaat şirketlerinin kasaları doldu. Ev taşır gibi mevcut hastaneleri kapattılar, Şehir Hastaneleri için ayrılan araziye ise AVM yapılmasına kadar hak tanıdılar. İhale alan şirketlerden çıkacak paranın, 17 şehir hastanesi için yaklaşık 10 milyar dolar olduğu raporlanmıştı. İşte ayrılan bu parayla çok daha fazla yatak kapasiteli hastane yapılabilir, mevcut kamu hastaneleri iyileştirilebilirdi. Halkın sağlığından önce inşaat sektörünün şahlanmasını önceleyen AKP bugün Şehir hastanelerinin yetersizliğini gördü, özel hastanelerin kapıları açıldı. Şimdi virüsün hızla yayılmasının önüne geçmek için bu hastanelerin sadece kamu denetimine alınmasıyla yetinmeyip, niteliklerini de arttırmak gerekir. En büyük ihtiyaç yaygın test uygulamasının başlaması. Bu konuda da hızlıca adım atılması için Türkiye'de "daha kaç vaka sayısına ihtiyaç duydukları" belirsiz. Ancak piyasaya teslim edilen sağlık kuruluşlarının, sağlıkta yaşanan krize çözüm üretemeyeceği çok açık ortada.