İtalya’da koronavirüs salgınında son gelinen aşamayı ya oradaki doktorlardan ya da orada yaşayanların kendi dillerinde çektikleri uyarı videolarından, boş sokaklardan, balkonlar arası motivasyon konuşmalarından mutlaka izlemiş ve takip etmişsinizdir. Virüsün geldiği vahim boyutu anlatan İtalyan doktorların kurduğu en önemli cümlelerden bir tanesi şu: Hastanelerde artık tedavi için kapasite sınırlı ve biz artık tedavi olması gerekenleri ölme riskine bağlı olarak elemek zorunda kalıyoruz. Bu bahsedilen tedbirin ancak savaş koşullarında alındığı biliniyor. Yani şu an İtalya’da koronavirüsün savaş koşullarına varacak kadar tehlikeli boyuta ulaştığını ve bu boyutun gerekli tedbirler alınmadığı takdirde herhangi bir ülkede de bu seviyeye ulaşabileceğini tahmin edebilir ve söyleyebiliriz. O sebeple savaş koşullarını oluşturan bir hastalığı hafife almak, dikkat geliştirmemek ve doğruluğu kanıtlanmamış sadece iddiaya dayalı söylemlerle rahatlamamak gerekir. Şu an için resmi rakamlara göre 18 vakanın açıklandığı ülkemizde en önemli soru şu: Endişelenmeli miyiz, yoksa endişelenmemeli miyiz? Bu soru yerinde bir soru, çünkü koronavirüs ile ilgili gelişmeler her ülkede İtalya’daki gibi seyretmiyor. İtalya’da her gün ölüm sayısı ve tespit edilen vaka katlanarak (geometrik olarak) artarken; Güney Kore’de nasıl oluyor da günlük tedavi edilen kişi sayısı ölen kişi sayısını geçebiliyor? Ya da nasıl oluyor da koronavirüsün ilk tespit edildiği yer olan Wuhan’da kurulmuş 16 geçici hastane artık kapatılıyor ve doktorlar maskelerini çıkararak dünyaya ‘çözdük’ mesajı verebiliyorlar?
Veriler gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Koronavirüs artık Çin merkezli değil Avrupa merkezli bir hastalık olarak tanımlanıyor. Yani Türkiye için de bu hastalığın çok ciddi bir risk oluşturduğu ve tüm ülkeyi tıpkı İtalya’daki gibi karantina altına alacak seviyeye ulaşabileceğinin kabul edilmesi lazım. Olası komplo teorilerinin, felaket senaryolarının yayılması bu kadar bilinmeyenli bir ortamda şaşırtıcı değil. Şu an Dünya Sağlık Örgütü’nün verdiği rakamlar bile kesinlikle güvenilir değil. Örnek vermek gerekirse domuz gribi olarak bilinen H1N1 virüsü son açıklanan verilere göre 575.400 kişinin ölümüne sebep olmuş. 2009 yılında baş gösteren bu hastalığın ölüm rakamı Dünya Sağlık Örgütü tarafından 15’te 1’i olarak açıklanmıştı.
Bir başka örnek; Almanya şu anda en fazla koronavirüs bulaşan ülkeler sıralamasında 6. sırada ama ölen kişi sayısı sadece 11. Bu veriye dışarıdan bakan bir kişi Almanya’da tedavi sürecinin daha başarılı olduğunu ya da hastaları hızlı bir şekilde tespit ettiklerini düşünebilir ama durum öyle değil. Birçok ülkede Covid-19 virüsünün tespit edildiği vakaların ölümü Koronavirüs sebepli sayılırken, Almanya’da eğer hastanın başka bir teşhisi de varsa, Covid-19 tespit edilsin veya edilmesin koronavirüsten öldüğü resmi olarak verilere işlemiyor. Yani sebep Alman teknolojisi veya Alman tıbbı değil. Dünya Sağlık Örgütü oluşturduğu rakamları sadece ülkelerden aldığı verilere göre işliyor. Her ülkede verileri kendi kıstasına göre oluşturuyor. Yani rakamlara güvenmek doğru değil. Bu rakamlar önümüzdeki yıllarda kat be kat artabilir ve gerçek veriler ancak o zaman doğru bir şekilde değerlendirilebilir.
Güney Kore ne yaptı?
O halde rakamlara güvenemiyoruz. Peki neyi dikkate almalıyız? Biz neyi dikkate alarak koronavirüsün bir doğal afet olmadığını ve tedavisinin mümkün olduğunu, önlenebilir olduğunu söyleyebiliriz? Bu kadar komplo teorisinin ve felaket senaryolarının olduğu bir ortamda gözler neden sadece İtalya’yı görüyor? Bu soruyu da sormamız gerekmez mi? Önümüzde hastalığın yayılmasını engellemiş, tedavi oranını ölüm oranından fazla tutmayı başarmış bir Güney Kore örneği var. Üstelik bunu ne aşamada olduğunu bilmediğimiz ve neredeyse hiçbir sağlıklı veriye ulaşamadığımız aşı bulma süreci sonuçlanmadan yapabilmiş bir ülkeden bahsediyoruz. Neden dikkatimizi buraya verip aynı süreci işletmek için çaba sarf etmiyoruz? Bugün kime sorsanız mutlaka İtalya’dan gönderilmiş herhangi bir videoyu izlemiştir ya da oradaki gelişmelerin önemli bir kısmına hakimdir. Ama Güney Kore belki de lokasyon ve kültür olarak çok uzak bir memleket olduğu için ya da çok büyük bir ‘dramaya’ sahne olmadığı için göz ardı ediliyor. Bunu tabii ki toplum için değil; iktidardakiler ve bu hastalığı gidermekle yükümlü olan yetkililer için vurgulamak gerekiyor.
Güney Kore için Koronavirüs ilk büyük tehdit değil. Daha önce yine aynı familyadan gelen MERS virüsü de ülke için büyük tehdit oluşturmuş ve bir şekilde çözümü bulunmuştu. Yani bu virüs familyasına karşı bir deneyimi var. Çin’in Wuhan kentinde ilk vaka tespit edildiğinde ve Wuhan için alarm verildiğinde Güney Kore Hükümeti, tüm laboratuvarlara çağrıda bulunuyor ve koronavirüs tespit kiti oluşturmaları isteniyor. Güney Kore’ye giriş çıkışlar dikkatle takip ediliyor. İlk bulunan tespitlerde Güney Kore’de 30 kişide koronavirüs tespit ediliyor ama bu 30 kişi Wuhan’dan gelmiş olanlar. Yani herhangi bir Güney Kore vatandaşı ile temasta bulunmamış kişiler. Bu kişiler karantina altına alınıyor, yani şu an için bir tehdit yok. Ta ki Covid-19 tespit edilen 31. kişi Güney Kore vatandaşı oluncaya kadar. Bu süreçte bu kişi üzerinde çok ciddi bir takip ve mülakat süreci işletiliyor. Geçen 15 gün boyunca nerelere gittiği inceleniyor ve bir topluluk üyesi olduğu ve bu süreçte o topluluğun kalabalık etkinliklerine katıldığı öğreniliyor. Bu topluluğun toplantılarına katılmış 2000’in üzerinde insan var. Bu 2000 kişi de tek tek inceleniyor ve tam 1200 kişide koronavirüs tespit ediliyor. Güney Kore yönetiminin yaptığı tespit kiti çağrısıyla birlikte 4 farklı koronavirüs tespit kiti oluşturuluyor ve testlere başlanıyor. Güney Kore’nin burada varmaya çalıştığı nokta şu: Olabildiğince herkese bu testi uygulayalım ve yayılmasını önleyelim. Ölüm veya tedavi işleminden ziyade, tespit ve test oranına odaklanıyorlar. Bu testin uygulanması tamamen ücretsiz. Hatta belirlenmiş lokasyonlarda herkese uygulanması için arabaların içinde, yol üzerinde testin yapılabilmesi adına kolaylık sağlanıyor ve risk azaltılıyor. Bu süreçte tüm bürokratik işlemler hızlandırılıyor. Hastanın kimliği dışında, tüm lokasyon ve katıldığı etkinlik bilgileri halkla paylaşılıyor. Güney Kore başta her vakayı tedavi altına almayı planlıyor ama bunun daha sonra imkansız olduğunu düşünerek, bir cep telefonu uygulaması geliştiriyor. Tespitin hafif olarak değerlendirildiği kişiler tedavi altına alınmıyor ama yine kimlik bilgileri gizli tutularak uygulamada yaşadıkları yerler işaretleniyor ve bir nevi tecrit altında tutuluyorlar. Sokağa çıkmaları yasak değil ama o lokasyon çevresi bunu biliyor ve ona göre tedbirini alıyor. Bunun dışında hepimizin bildiği kişisel tedbirler sürekli tavsiye ediliyor, birçok işyerine termal kameralar yerleştiriliyor ve takip süreci dikkatli bir şekilde işletiliyor. Şunu belirtmekte de fayda var; Güney Kore bir sınır yasağı veya sokağa çıkma yasağı gibi önlemler almıyor. Tek önlem tespit edilmesi için tüm imkanları seferber etmek.
Sağlık Bakanlığı’na güvenebilir miyiz?
Güney Kore ile ilgili bu uzun süreci anlatmak, komplolara ve felaketlere karşı tedbirlerin ne kadar önemli olduğuna dair bir örneği görmemiz açısından gerçeklere odaklanmamızı sağlayacaktır. Bugün toplumda bir panik ve stres havası hakimse bunun sorumlusu devlettir. Bu bir halk sağlığı sorunudur ve yayılmasını önleyecek olan devlettir, sağlıktan sorumlu yetkililerdir.
Bu açıdan Türkiye’de alınan tedbirlere bakmak maalesef rahatlatıcı değil. Resmi rakamlara göre Covid-19 sadece 18 kişide tespit edilmiş durumda. Türkiye’de sadece bir koronavirüs tespit kiti var ve siz herhangi bir ciddi belirti göstermeden Türkiye’de bu testten geçemiyorsunuz. Üstelik bu tespit kitlerinin çok ciddi bir hata payı var. ABD’nin en büyük hatası sadece bir tespit kiti kullanması ve bu tespit kitinin de daha sonra doğru sonuç vermediğini anlaması oldu. Türkiye’de 25 hastanede tedavinin gerçekleştirildiği belirtiliyor ama 80 milyonluk ülkede sadece 3 tanı merkezi bulunuyor. Zaten bu hastaneler de verilerini bu tanı merkezlerine iletiyor ve cevap bekliyor. Resmi olarak açıklanan bu 18 kişi neredeydi, kimlerleydi bilmiyoruz. Devlet ne kadar takip ediyor, emin değiliz. Umreden dönenlerin güya karantinaya alındığı o yurtlarda bir hengamenin içindeki videolarını izliyoruz, hastanelerden vaka tespit edildiği iddialarını, 96 saattir test sonucunun kendisine ulaşmadığını söyleyenleri dinliyoruz. Sadece yasaklar mıdır yetkililere alkış tutacağımız nokta? Bu yasaklar ne kadar sonuç vermiş ya da ne kadar etkili olmuş, hangi örnek var bu konuda?
İngiltere neden önlem almıyor?
Bu örneklerle şu an dünyada iki ayrı ele alış biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi Güney Kore örneği: Tüm tedbirleri en başından almak, tespit etmek ve yayılmasını önlemek. Görünen o ki işe yaramış durumda.
Bir diğer ele alış biçimi Türkiye gibi ve aslında İngiltere gibi… İngiltere’de bildiğiniz gibi okullar tatil edilmedi, herhangi bir olağanüstü durum da söz konusu değil. Yine herkesin bildiği gibi koronavirüs genelde 65 yaş üzerinde ölüme yol açıyor, 65 yaş üzerinde de bu oran %14. Geri kalan yaş sınırındakiler için ölüm oranı yok denecek kadar az. İngiltere’nin politikası şu: Bu virüs yayılabildiği kadar yayılsın, eğer hastaların %80’inin bu gribi hafif atlattığını varsayarsak ve yüksek bulaşıcı oranını da göz önünde bulundurursak, bu hastalık hasta farketmeden kendisini bulacak ve hafif bir şekilde atlatacaktır. En iyi ihtimalle %80 için bu durum böyle gerçekleşecektir. Bu vesileyle hastanelerde sadece ağır vakalar ele alınacak ve OHAL olmadığı için de hastanedeki kapasite yetersizliği sorunu hastalık zamana yayılacağı için bir problem olarak karşılarına çıkmayacaktır. Türkiye’de de bu kadar olmasa da benzeri bir bakış açısı hakimdir. Bu politikanın tek bir gerekçesi vardır: O da finansal çıkarlar…
Bugün Türkiye’de, ABD’de ve İngiltere’de Kornavirüs’e karşı benzer politikaların yükselmesi tesadüf değil. Benzer muhafazakar iktidarların sadece kendi çıkarlarını korumayı planladığı ve insan hayatı üzerine zar attıklarını görüyoruz. Bugün Türkiye’de tıbbi açıdan yeterli tedbirlerin alınmaması ve sadece kamuya açık alanların kapatılması, AKP’nin ‘pozitif bilim’ olarak görülen büyük bir sağlık sorununu da sağcı ve finansal çıkarları gözeten, insan hayatını hiçe sayan bir şekilde ele aldığını gösteriyor. Türkiye’de koronavirüsün yansımalarını tabii ki şimdiden kestirmek zor. Ama bugün muhalefetin her seferinde aynı tongaya düşüp, hemen ‘hükümetimiz’ tonuna geçmesi, kendilerinin de pozitif bilime ne kadar sığ baktıklarının göstergesi. Bizler tabii ki tedbirimizi alalım; bakanlığın yüzlerce kez paylaştığı temizlik videolarını tekrar tekrar anlatmaya gerek yok. AKP yeterli tedbiri almıyor. Komplolardan uzaklaşıp bunu vurgulamamız gerekiyor.