Bilim insanlarının tüm karşı çıkışlarına rağmen , “çatlasanız da patlasanız da yapacağız” dedi Kanal İstanbul’u reis.

Ekoloji tahrip olurmuş, deprem riski artarmış, içme suları kirlenirmiş, biyoçeşitlilik yok olurmuş, trafik içinden çıkılmaz hale gelirmiş; arkeoloji ve doğa sit alanları, koruma alanları yok edilirmiş, Montrö delinirmiş… hiçbir önemi yok bunların.

Çatlasa da patlasa da yapılacakmış bu kanal.

Bu ısrar, bu inat niye?

Gerçekten sırf biz çatlayalım, patlayalım diye mi yapılıyor?

Söz konusu reis olunca, uzaya dört şeritli otoyol yapacağına inanıyoruz da buna neden inanmayalım! Olmaz demeyin, hemen kestirip atmayın…

Başka hangi gerekçeleri olabilir bu kanalı yapmanın? Mesela şöyle bir fantastik komplo teorisi üzerinden düşünebiliriz: Diyelim ki reis ölümsüzdür. Partisi ise sittin sene iktidarda kalmakla cezalandırılmış olsun. Emperyalist çakallar arasında uluyan bir kurt olarak, tüm marifetini sergileyip Kanal İstanbul’u inşa etsin. Montrö Anlaşması çöpe gider mi?

“Paşa” dediydi; “yeni durum” oluşacağından anlaşma tartışmaya açılabilir diye. Karadeniz’e kıyısı olan yeni NATO üyeleri, Bulgaristan ve Romanya yeni durum oluştuğu gerekçesiyle boğazlardan geçişi tartışmaya açabilir. ABD’in teşvikiyle.

Zaten bizim “atıl kurt” Delidumrul misali, böyle beleş geçiş mi olurmuş diyerek ABD ve Rusya’yla, ABD’nin askeri gücünün Karadeniz’e geçip geçmeyeceği üzerine açık artırmayı başlatır! Kim daha fazla verirse ihale ona kalır tüccarlığı işler mi?

Sizce Delidumrul ne olur?

İki emperyalist güce karşı böyle bir “koz” yabana atılamaz bence, ne dersiniz?

Bu fantastik komplo teorisi sizi kesmediyse şöyle bir çılgın komediyi deneyebiliriz: İstanbul’u “CeHaPe zihniyetine”  kaptıran reisin partisi, onu tekrar almak için Kanal İstanbul’u “Truva Atı” olarak kullanmak isteyebilir. İstanbul’u kaybettiği için Türkiye’yi de kaybedeceği gerçeği, rüyalarını kaçırıyor reis ve adamlarının. Vatanın ve milletin bekası için (siz bunu Reis ve adamlarının bekası için diye okuyabilirsiniz) İstanbul tekrar fethedile…

Biraz daha akla yatkın değil mi?

Bu gerçekleşir de İstanbul’u tekrar reisin partisi alırsa çılgın komedi olur, bize trajedi...

İnat etmek için daha makul bir sebeptir bu.

Bir sebep daha var. Bizi çatlatmanın, patlatmanın en makul ve gerçekçi sebebi şantiyeyi beslemektir!

Amerikan manyağı, “önce Amerika!” dediği günden beri, küresel ölçekte fırdönen para emperyal merkezlere akmaya başladı. Bu, Türkiye gibi ülkelerin yönetimlerini zor durumda bıraktı. Çünkü; deniz bitti, harç paydos!

Memleketin tutunduğu başat sektör olan inşaat durursa ne yaparız maazallah…

Emperyalizmin “içsel olgu” olduğu Türkiye gibi ülkelerde üretim ekonomisine geçme için yürek yemek gerek!

Bir yanda reis ve partisinin beka meselesi, öte yandan küresel krizin ağırlaşan etkileri; beton ekonomisine zorunlu kılıyor muktediri.

Marksist literatüre göre “tali” olarak görülse de sermaye döngüsü daha uzun bir vadeye sirayet ettiğinden inşaat sektörü istihdam yaratarak işsizliği soğuran, krizlerin etkisini görece hafifleten, tüm ekonomiyi canlandırma potansiyeline sahip ve ürettiği emlak ile borçlandırdığı emekçilerin direnme ve mücadele azimlerini kıran bir niteliğe sahiptir.

Tamam işte, korkacak bir şey yok…

Böyle yürüdük zaten biz bu yollarda. Yağan yağmurlar altında böyle ıslandık. Şimdiye kadar krizlerin teğet geçmesinin sebebi “istihraç ekonomisi” yanı sıra inşaat ve emlak raniyesi değil miydi?

Vira bismillah, hele bir İstanbul fethine çıkalım. Kanala ilk küreği vuralım. Gerisi Allah’a kalmış. Kanal olmazsa betonu dökecek, rantı bölüşecek bir yeşil alan bulunur mutlaka!


Kocaeli Cezaevi - Önder Çarkçı