Fransa’da hükümetin getirmek istediği emeklilik reformuyla Fransa genel greve gitti. Halkın büyük çoğunluğunun karşı çıktığı emeklilik reformu ile 64 yaş sınırı, puanlama sistemi gibi yeni düzenlemeler getirilmek isteniyor. 5 Aralık’ta başlayan genel greve havayolu şirketi çalışanlarından toplu taşıma çalışanlarına, öğrencilerden öğretmenlere, memurlardan avukatlara, şoförlerden otomotiv işçilerine, tarım işçilerinden postane, sağlık çalışanlarına kadar hemen her kesimden işçiler, çalışanlar katıldı. 2 milyona yakın kişi genel grevdeydi.

12 Ocak’ta ise Başbakan’ın yaptığı açıklama ile hükümet geri adım attı. Başbakan, 64 yaş uygulamasından geçici olarak vazgeçildiğini açıkladı. Fransa’da milyonlarca işçinin greve katılması ile hayat durma noktasına geldi.  Bu grev, Fransa’nın son dönemlerdeki en uzun grevlerden biri oldu ve bunda büyük sendikaların bir arada durması etkili oldu. Genel Emek Konfederasyonu (CGT), Fransa Demokratik İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CFDT), İşçi Gücü (FO), Polis Sendikası (UNSA), Devlet Demir Yolları (SNCF), Paris Metrosu (RATP) gibi pek çok sendika greve katıldı. Son 20 yılın en güçlü grevlerinden birini gerçekleştirdiler. Bugün de grev, hükümetin geri adım atmasına rağmen hala devam ediyor. Fransa’daki sendikalar yeni bir eylem çağrısı yapıyor. 

Bu kadar uzun ve güçlü bir grevin Fransa’da yaşanması elbette tesadüf değil. Fransa, Fransız Devrimi’nden Paris Komünü’ne, 1968 ayaklanmasına, 1986-1987 yıllarındaki - 1995 yılındaki pek çok kitlesel greve ev sahipliği yaptı. Bunları elbette ki Fransa halklarının ne kadar şanlı tarihi var diye söylemiyorum. Kitlesel grevlerin, protestoların olması Fransa’da mücadele geleneğinin olmasıyla yakından ilgili. Örneğin, ülkemizde uzun zamandan beri yenik kabul edip kendilerini iyice kenara çekmiş sendikaların aksine; Fransa’da sendikalar kuvvetli ve bu gibi dönemlerde öncü olabiliyor. Hem de sendikalaşma oranı %8 ile Avrupa’daki en düşük orana sahip olmasına rağmen. Nitekim bütün süreçlerde de sendikalar, işçiler hep kazanım ile çıkmamış. Örneğin;  1995 protestoları, 1968’den bu yana en büyük hareketti. Ancak 2000 ve 2010’da emeklilik ve sağlık güvencesi reformuna karşı olan ayaklanmalar başarısız oldu.

Burada önemli olan, bu deneyimleri yaşamak. Yani işçilerin grevleri deneyimlemesi. İnsanların protestolara katılmasıyla elde ettikleri deneyimler çok kritik. Halk, işçiler hep bu deneyimlerden dersler çıkarır, öğrenir. Olması gereken bir süreçtir bu. Ne örgütlenmeyi, ne mücadele etmeyi, direnişleri, grevleri oturduğunuz yerden öğrenemezsiniz. O zorlu yollara girmek, denemek, bazen yenilmek, o yenilgilerden ders çıkarmak zorundasınızdır. Gücünüzü sınarsınız. Geniş kitleler, işçiler en çok o süreçlerde öğrenir. O yüzden deneyip de kazanamamak, hiç denememekten her zaman iyidir. 

Neoliberal politikalara karşı dünya halkları ayakta

Bugün sadece Fransa’daki emeklilik reformuna karşı mücadele edenler yok. Yoksulluğa, zamlara, borçlara, yolsuzluklara karşı, çürümüş neoliberal politikalara karşı dünyanın dört bir yanında ayakta olan halklar var. Şili’de metro ücretlerine yapılan zamlardan sonra başlayan protestolar, eşitsizliğe ve hükümete karşı ayaklanmaya döndü. Hükümet 8 bakanı değiştirdi ama halk neoliberal ekonomi politikalarından vazgeçilmesi için eylemlere devam etti. 

Lübnan’da ise whatsapp kullanımına yapılan vergi düzenlemesine karşı kitlesel protestolar başladı. Protestoların tek nedeni elbette bu değildi. Lübnan’da son yılların en büyük ekonomik krizi yaşanıyor. Zamlar, artan işsizlik, yolsuzluk ve yetersiz kamu hizmetleri konusunda, halk uzun zamandır öfkeli. Ülkede işsizlik %25 seviyelerinde, gençler arasında ise bu oran %37’lere ulaşıyor. Ve uzun yıllar sonra ilk defa tüm mezhep ayrılıkları bir kenara bırakılarak her kesimden insanın katıldığı kitlesel eylemler ortaya çıkıyor. İşte egemenlerin en çok korktuğu, mezhepsel, inançsal, etnik kökenli bölünmeler ortadan kalkıyor; bir bütün olarak halk yoksulluk, işsizlik karşısında bir araya geliyor. Başbakan Saad Hariri istifa etmek zorunda kalıyor. Ve halk, ülkenin siyasal sisteminin toptan yenilenmesini, bağımsız ve mezheplere dayanmayan bir hükümet kurulmasını istiyor.

İran’da, Irak’ta halk yine aynı şekilde sokaklarda. Hem de karşılarına silahlarla çıkılmasına rağmen, Molla rejimi gibi zorba rejimler karşılarında olmasına rağmen direniyor. ABD emperyalizmine karşı, Molla rejimine karşı hiç de kolay olmayan mücadeleler veriyorlar. İran’da benzin zamlarına karşı başlayan protestolar Molla rejimine karşı protestolara dönüşebiliyor. Ancak protestoların çıkış noktalarına bakarsanız hepsi ekonomik sebeplerden kaynaklanıyor. Fransa’daki grevden Şili’ye, Lübnan’a uzanan coğrafyada artık çürümüş neoliberal politikalara karşı bir hayalet dolaşıyor. Dünya halkları artık bu kadar sömürüye, yoksulluğa, zam ve borç batağına karşı ayaklanıyor ve bu ayaklanma dalga dalga yayılıyor. Bu büyük bir umuttur.

Ülkeyi bundan muaf sanmayalım. Evet, diğer ülkelerdeki gibi kitlesel eylemler, grevler belki yok. Ama kadiri mutlak olanların her gün borçlarla, açlıkla, işsizlikle, yoksullukla uğraşan halkın verdiği tepkiler sonucunda Simit Saray’larını kurtarmaktan nasıl vazgeçmek zorunda kaldığını, coplarla karşısına dikilen o üniversitenin kapısını sallayan öğrencilerin nasıl ücretsiz yemek haklarına sahip çıktıklarını, işyerleri önünde direnen, greve çıkan yüzlerce işçiyi görmezden gelemeyiz. Bizim ülkemizde de işsizliğe, yoksulluğa karşı hakları için direnenler var. Daha önümüzde, metal fırtınayla hafızamıza kazınmış metal işçilerinin grevi var. Dünyanın her yerinde halklar, emek verenler mücadeleyi yükseltiyor. Önümüzdeki günlerde de eylemler, protestolar, grevler daha fazla yerlere yayılacaktır. Artık bu düzen karşısında daha fazla insan mücadele ediyor. Hem ülkemizde hem de dünyada kapitalist sisteme karşı şimdi daha fazla örgütlenme, mücadeleyi daha fazla yükseltme gibi yakıcı bir görev hepimize düşüyor.