İstanbul Üniversitesi güz dönemi başlangıcında 2.75 TL olan yemekhane ücretlerini 3.50 TL’ye çıkartmıştı. Yapılmak istenen en son düzenlemede ise her öğünde geçerli olan “indirimli 3.50 TL” sadece bir öğünle sınırlandırılacaktı, ikinci öğün ise 18,5 TL gibi bir miktar olup kahvaltı öğünü ise tümden kaldırılacaktı.

2019 senesinin üniversitelere ayrılan ödeneğine baktığımızda İstanbul Üniversitesi 1.392.147.000 TL bütçesi ile en tepede yer almasına rağmen okulda bütçe yetersiz diyerek öğrencileri ilgilendiren her hizmetten kesinti yapıyor. Bu olay aslında sadece yemekhanede değil. Eylül ayında İstanbul’da 5.8 büyüklüğündeki depremden sonra hasar gören binalar, şantiyeden farksız edebiyat fakültesi, 5 yıldır binalarının tamamlanmasını bekleyen moleküler biyoloji ve genetik öğrencileri… Peki, çatlak duvarların dışında alternatif sunamayan, gerekli donanımların olmadığı laboratuvarlara, sınırlı olan öğrenci kulüplerine bile herhangi bir bütçe ayırmayan bir üniversite, ödeneğini nereye harcıyor ki? Cevabı çok basit aslında eğer bu bütçe öğrenciye harcanmıyorsa geriye tek bir şık kalıyor oda Mahmut A-K.

Rektör yemekhane düzenlemesini tesadüfen 30 Aralık’ta duyurmadı. "Hazır güz dönemi de bitiyor, birçok fakülte de tatile girdi. Ben bu zamları geçiririm hiç kimse de birşey diyemez. Öğrenciler okula dönünce de bir güzel bu işi yerler” diye düşündü ama bu sefer işler istediği gibi gitmedi.

Nitekim bu zammın, ekonomik kriz zamanında öğrenciler nezdinde olur bir yanı yok. Öğrenciler yeri geliyor 3 öğün yemek bile yiyemiyorken bu düzenlemeyle birlikte 3,5 TL’lik yemeğin 18,5 TL’ye çıkmasını sessizce kabul edemezdi, etmedi.

Açıklamanın yapıldığı ilk saatlerden itibaren sosyal medya üzerinden yemekhane hakkını odak alan çeşitli sayfaların, iletişim ağlarının kurulmasıyla öğrenciler arasındaki ilk birleşik tepki gelmiş oldu. Sosyal medya platformlarıyla sınırlı kalmayan tepki; hızlıca kamuoyu yaratma, basın açıklaması, öğrenci forumu, dilekçe kullanımı ve kulüpler üzerinden açıklamalar yayınlanması gibi araçların kullanılması üzerine yoğunlaştı. Harekete geçildi.

Bu sürecin kazanımla sonuçlanmasının ilk adımı, örgütlü bir şekilde yönetilmesiyle atıldı. Yapılan forumlarda, basın açıklamasında, serbest kürsüde, söz ve yetki belli bir gruba verilmedi. O meydanda herkes konuştu. Bakın bunun altını tekrar çizmek istiyorum, Beyazıt Meydanı’nda herkesin söz hakkı oldu, herkesin önerisi dinlendi ve pratiğe nasıl döküleceği konuşuldu. Öğrenciler Beyazıt Meydanı’nda yağmurda, çamurda günlerce beklediyse bunun sebebi bu süreçte kendini özne olarak görmesidir. Bir diğer nedeni ise bu mücadelenin toplumsallaşmasıdır.

Bütün engeller kaldırılacak

Evet belki 80 bin öğrenciye ev sahipliği yapan bir üniversitede sadece 300 kişi o meydana çıkmış olabilir. Bu sayı bazılarınız için çok düşük gelecektir ama sayı olarak 3 kişi de olsan haklıysan, mücadele edersen kazanırsın. O meydanda hiç kimse umutsuz olmadı, kazanacağından emindi, gerekirse boykotlu bir süreci örgütlemeye bile hazırdı. Yeri geldi, en demokratik hakkı olan dilekçe vermek için rektörlüğe gitmek istedi. Güvenlik gerekçesiyle okula alınmayan ve kapının önüne konulan öğrenciler o kapıyı salladı. O kapıyı sallamak meşrudur, gerekirse o kapıyı sökmek de meşrudur.

Parasız eğitim için mücadeleye devam

İki yıldır devrimci gençlik parasız eğitim için eylemler yaptı, konferans topladı, yazın sıcağında da kışın soğuğunda da stantlar açtı ve bu mücadeleyi gençlerle birlikte örgütlemeye çalıştı. O yüzden İstanbul Üniversitesi’nde bugün ortaya çıkan yemekhane zammına karşı böyle bir hareketin çıkışı tesadüf değil.

Bakkal gibi açılan özel üniversiteler, sırtımıza yüklenen kredi yükü, barınmasından ulaşımına her gün soyulduğumuz bir “eğitim düzeni” karşımızda duruyor. Parası olana eğitim, parası olmayana sefalet düzenine karşı duruş “karın tokluğu mücadelesi” değildir. Neoliberal politikalarla üniversiteleri birer ticarethaneye dönüştüren, eğitimi her kademede parayla satan sermaye düzeni tüm bu zorlukların sonunda gençlere sadece işsizliğin kapısını açıyor. En verimli zamanlarımızla işsizler ordusuna katılıyoruz. Milyonlarca gencin mecbur edildiği bu yola, o bir avuç zenginin çocukları hiç uğramıyor. O yüzden parasız eğitim hakkımızı isterken her gün hiç durmadan bir avuç sömürücünün de karşısına dikiliyoruz. “Kendini kurtar” öğüdünü her seferinde kulağımıza fısıldayan neoliberal politikaların tümünü yerle bir ediyoruz.

İstanbul Üniversitesi’nde yemek hakkı için birleşen ve kazanan öğrenci gençlik, parasız eğitim mücadelesinin ne anlama geldiğini tüm ülkeye gösterdi. Bu meşru ve milyonları kapsayan mücadele, örgütlü bir gençlik hareketini yaratmanın önemli imkanlarından biridir. Görüldüğü gibi kazanımlar, kültürel çalışma ya da gençliğe apolitiklik vadederek olmuyor. Doğru siyaseti ve hedefi önüne koyanlar kazanmaya, kazandıklarıyla örnek olmaya adım atabiliyor.

Bize en çok “dünya değişti ama bu gidişat değişmez” diyorlar. Bu hikayeyi artık gençler dinlemiyor. Bireysel kurtuluşçuluktan başka birşey anlatmayan düzenin askerlerinin tüm korunaklı kapıları, tıpkı İstanbul Üniversitesi’nin kapısı gibi sallanacak. “Kaybedecek birşeyi olmayanları” yaratan kapitalist düzen, yakasına yapışan bu elleri her yerde görecek.

Çıkışı olmayan yollara milyonlarca genci mahkum edenler; gençliğin örgütlü gücü ve siyasetiyle neoliberal politikalara, kapitalist düzene karşı nasıl bayrak açtığını daha fazla görecek.