Büyükada’da 81 at “ruam” hastalığına yakalandığı için toplu şekilde öldürüldü.

Bu olay atlı faytonların kaldırılması meselesini bir kez daha gündeme taşıdı.

Atların sokak ortasında can çekişerek öldüğü sahneler hepimizin malumu.

Buna karşı hem Adalar’da hem de İstanbul’un diğer ilçelerinde yıllar içinde pek çok eylem gerçekleştirildi.

Kamuoyunun da destek verdiği, “atlar can çekişiyor” dediği, “bu yüzyılda artık fayton mu kalmış, kaldırılsın tabi” dediği bu eylemlerin etkileri de oldu.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu seçim sürecinde iki taahhütnameye imza attı, tam iki kere söz verdi. 

Önce HayKonfed’in “Söz Veriyorum” taahhütnamesinde;
“Atlı faytonları kaldırarak yerine akülü ulaşım araçları koyacağıma, kurtarılan atların ekolojilerine uygun geniş doğal ortamlarda rehabilite edilerek ölene kadar yaşamlarını sürdürmelerini sağlayacağıma söz veriyorum.” maddesinin altına, 

ardından Haytap’ın “Söz Veriyorum” protokolünde;
“Fayton atlarının çalışmasına… izin vermeyeceğime söz veriyorum.” maddesinin altına imza attı.

Yani açıkça taahhüt etti, söz verdi, imza attı.

Bir kısmını değil, yüzde 95’ini değil, tamamını kaldıracağım dedi.

İBB önünde de faytonların kaldırılması için bir eylem başlatıldı.

Bu eylem sonucunda bir grup İmamoğlu ile görüştü ve 35 faytonun nostalji amacıyla kalacağı, geri kalanının kaldırılacağı cevabını aldı. 

İşte eylem o günden beri “zulmün nostaljisi olmaz” diye sürüyor.

Benim gözümde bu eylem de çok önemli turnusol kağıtlarından biri.

Şimdi “bizim taraftan” birileri diyor ki; “23 Haziran’dan önce fayton yok muydu? Neden o zaman da çadır kurmadınız İBB önüne?” Kimisi diyor ki “Faytonları Ekrem İmamoğlu mu getirdi Adalar’a?” Kimisi diyor ki “Bu eylemler AKP’ye yarıyor.”

Nasıl ki “bizim taraf” Ataşehir Belediyesi’nden atılan işçileri görmüyor işin ucu kendilerine dokunur diye, Adalar’da yılda ortalama 400 atın ölmesini de öyle görmüyorlar.

Ortalama yaşam süresi 20 yıl olan atların, Adalar’da en geç 3 yaşında ölmesini de görmüyorlar.

Halbuki tutarlı olmak, koşullar ne olursa olsun doğruyu söylemeyi gerektirir. 

Bazı İstanbullular istiyor diye “kanalın bir kısmını kazsınlar o zaman” denilebilir mi? Bazı İstanbullular istiyor diye 35 faytonun çalışmaya devam etmesi olur mu?

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu.

Peki fayton sahipleri ne yapacak? Can alıcı soru bu. Atların “sahipleri” ne olacak? Atlar onların “mülkü” değil mi? Onları da düşünmek gerekmez mi?

İşte burjuva muhalefetinin tıkanacağı nokta her zaman burası olacaktır. Atlar ölebilirler, kırbaçlanabilirler, ortalama yaşam sürelerinin onda birini yaşamadan sokaklarda can çekişerek çatlayabilirler. Tüm bunlar kötüdür elbette ama o kadar.

Ama bir mal sahibinin özel mülkiyetinin sorgulanması! Bunu düzen muhalefeti kaldıramaz. 

“Tabi atlara kötü davranılmasın ama atın sahibi sonuçta, ister döver, ister sever. Devlet atlara iyi bakılmasını rica etsin.”

İşte burada katî biçimde ayrışıyoruz. 

Fayton sahipleri tehdit ediyor, diyorlar ki: “Salarız bütün atları, açlık grevine başlarız.”

Belediye diyor ki “tamamen kaldıramayız.”

Gariban “evimi yıkmayın” diyorsa taviz yok.
İşçi “işimi geri istiyorum” diyorsa taviz yok.

“Atları salarız” diyorlar, “Salamazsınız efendim!” denilemiyor. 

Mülk sahipleri mağdur olmasın. Devlet atların ücretlerini ödesin. 

Şuna benziyor: “Köleliğe ben de karşıyım, kaldıralım.” diyor Konfederasyon Generali. “Hepsinin ücretini ödeyin, kaldıralım.”

Şimdi faytonlar kaldırılsın diye insanlar çadırlarını kurmuşlar İBB önüne, ses soluk eden yok.

Daha geçen yıl atlı faytonların kaldırılmasını savunan yöneticiler, yönetim ellerine geçtiğinde aynı duruşu sergileyemiyor. 

Ülke muhalefetinin en çok “yan yatıp çamura battığı” konu olan ulus meselesinde hatırlatmıştık “konjonktürel ahlak olmaz” diye. 

Geçen yılın büyük zulmü, bu yıl İBB karşıtı komplo düzeyinde ele alınıyor.

Ahlak ekonomiyle başa baş gidiyor dalgalanma konusunda. 

Aynı hataya düşmeyenler olarak, İstanbul’u fayton utancından kurtarmanın önemini de dilimiz döndüğünce anlatalım.