Hep söylenen birşey var, bunlar AKP’nin her yaptığına karşı? Sürekli olarak sizi Erdoğan karşıtı, AKP karşıtı olmakla hatta bununla yetinmeyip “vatan haini, terörist” olmakla itham edenler mevcut. Peki, Erdoğan eleştirilemez mi, buna bizim gibi sıradan insanların hakkı yok mu? Ya da birşeye karşı geliyorsak bu sırf Erdoğan’ı sevmememizden mi kaynaklı? Örneğin, Kanal İstanbul’u ekonomik, bilimsel, ekolojik, kent hakkı, politik açılardan analiz ederek, bu projeye insanların ikna olmaması mümkün değil mi?

Ben yaptım oldu politikasının kendi yandaşları dışında halka bir fayda sağladığını görmedik. Görmemiz de mümkün değil. Hemen yakın zamana bakmak yeterli. Araç geçiş garantisi bulunan 3. Köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu, Çinlilere satılıyor. Yine araç geçiş garantisi tutturulamayan ve bizim vergilerimizle ödenen Osmangazi Köprüsü’nün, sel felaketlerine neden olan Karadeniz Sahil Yolu’nun bizlere hiçbir fayda sağlamadığı gün gibi ortada.

Bir yanda iktidar, bir yanda muhalefet günlerdir Kanal İstanbul’u tartışıyor. Erdoğan ısrarcı olmasına rağmen, AKP içinde dahi Kanal’a itirazların olduğu haberleri gündeme geliyor. Bahçeli yıllar önceki açıklamaları hatırlatılmasına rağmen projeyi desteklediğini açıklıyor. Muhalefet bu felaketin tam karşısında. Tarafların tutumu net. Peki Kanal’ın yapılması gerektiğini savunanlar ne söylüyor? Erdoğan, neden bu kadar ısrarcı.

Kanal’ı savunanlar, bunun bir kalkınma projesi olduğunu, çevresel olarak olumsuz etkilerin ortaya çıkmayacağı, kanaldan geçişlerle kaynak sağlanacağını iddia ediyor. Üzülerek söyleyelim ki argümanların hiçbirinin altı doldurulamıyor. Nereden tutsanız elinizde kalıyor.

Kanal İstanbul ile ilgili ÇED raporunda denizle ilgili bölüme destek veren raporu hazırlayan enstitüde görevli Dr. Yavuz Örnek “Kanal lazım, çünkü Karadeniz patlayabilir” diyor. Patlamada İstanbul Boğazı’nın da yıkılacağını ve Kanal İstanbul'un bunun için şart olduğunu iddia ediyor. Tabi “patlamada Kanal İstanbul da yıkılır” diye eklemeyi de unutmadı. Bilim insanları bu iddialara karşı adeta isyan ediyor.

ÇED Raporu’na göre de kanalın yapılmasında bir sakınca yok. Örneğin, İstanbul’un su kaynaklarının yok olacağını sadece marjinal bilim insanları değil DSİ ve İSKİ’nin raporları da ortaya koyuyor. Kanal İstanbul, İstanbul için geri dönülemeyecek bir yıkım. Sadece bugün için değil gelecek için de bir felaket. Hatta çoğu bilim insanı etkilerinin sadece İstanbul ve Türkiye ile sınırlı kalmayacağını da söylüyor.

Çevre ve Şehircilik Bakanı kalkıp "Kanal İstanbul nasıl depremi tetikleyecek arkadaşlar? Bahçenize yaptığınız yüzme havuzu da o zaman depremi tetikler" gibi bir açıklama yapabiliyor. Aymazlığı görüyorsunuz değil mi? Bilimle, insanların aklı ile nasıl dalga geçiyorlar, görüyorsunuz değil mi? Onların tek derdi rant, satacakları araziler. İstanbul’da nasıl bir doğa katliamı olacak, İstanbul’un geleceği nasıl yok olacak umurlarında değil. İstanbul’un yeraltı ve yerüstü su kaynakları yok olacakmış, bitki ve hayvanların yaşam alanları yok edilecekmiş, iklim değişecekmiş, bunları ağızlarına bile almıyorlar. Varsa yoksa kendi siyasi çıkarları ve bunun için patronlara sağladıkları rantlar, araziler, karlar. Kapitalistler doğayı bile kendi mülkleri gördükleri için bir sonraki kuşağa nasıl bir şehir, ülke bırakacaklarını bir an bile düşünmüyorlar. Bu şehirde yaşayanların, bu şehri emekleriyle var edenlere bu Kanal’ı isteyip istemediklerini soran yok. Bu kentin halkına rağmen halkın hakkını göz göre göre gasp etmeye kalkıyorlar.

“İyi” diye öne sürdükleri bir diğer iddia ise Kanal İstanbul ile artan Boğaz trafiğinin rahatlatılması, tehlikeli geçişlerin azaltılması ve geçişlerden alınacak ücretlerle yeni kaynak oluşturulması. Türkiye’nin boğazlar üzerinde egemenliğini sağlayan Montrö ile boğazlardan ticaret gemilerinin geçişinde serbestlik ve savaş gemilerinin geçişine sınırlama getiriliyor. Ama Kanal İstanbul açıldığında, Boğaz geçişlerini kapatıp Kanal İstanbul’dan geçme gibi bir zorunluluk getirmek mümkün değil. Kıyı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 2007’de Boğaz’dan yılda 56 bin 606 gemi geçerken, 2011 yılından itibaren bu sayı 50 binin altına düşmüş, her yıl düşmeye devam etmiş ve geçen yıl 41 bin 103’e kadar gerilemiş. Veriler bu kadar açıkken ÇED raporunda geçen gemi sayısı “yaklaşık 50 bin civarlarında” diye ifade edilmiş; her yıl azaldığı görülürken 2071 yılında bu sayının 86 bine çıkacağı iddia edilmiş. Kaldı ki riskli geçişler için bir alternatif olduğu söylenen Kanal’ın genişliği boğazlara oranla daha az olduğu için büyük gemilerin oradan geçebilmesi mümkün değil. Yani iddia edildiği gibi kaza riski de azalmıyor, boğaz trafiğinin azalması veya geçişlerden elde edilecek gelir ile ilgili bir garanti söz konusu değil.

Erdoğan’ın çaresizliği, İstanbul’un rantı

Dediğimiz gibi Kanal İstanbul’u nereden tutmaya çalışsanız elinizde kalıyor. Peki, bu ısrar neden? İktidarın kriz ile birlikte ne kadar sıkıştığını, duran inşaat sektörünü ayağa kaldırmak için yeni bir sermaye transferi aracına ihtiyaç duyduğu açık. Projenin bir rant hamlesi olduğu, batmış olan beton ekonomisine can suyu sağlamak için yapıldığı, krize eşlik eden kayırma stratejilerinin nasıl işleyeceğini gösterdiği ortada. AKP’nin en son yaptığı istişare toplantılarında, partide pastanın giderek daha az ve merkeze daha yakın kişiler arasında bölüşüldüğü ve parti tabanının bölüşümün dışında kalmasından rahatsız olduğu iddiası var. Bu projeye ne kadar ihtiyaç duyduklarını, Betül Sayan Kaya gibi pastadan payını bekleyenlerin bir tweetinden de durumu anlayabiliriz. 8 kere “Kanal İstanbul’u yapacağız” diye tekrarlamıştı. Çöken beton ekonomisinin altında kalanlara bir umut olan bu proje işte o yüzden önemli.

Öngörülen maliyet 15 milyon dolar. Böylece yeni hafriyat işleri, beton ve asfalt işleri çıkacak. Önceki dönemlerden de özelleştirmelerle, Kamu Özel Ortaklı projelerle ne kadar çok sermaye transferi sağlandığını biliyoruz. 15 yılda 62,2 milyar dolarlık özelleştirme ile bu sermayeler birilerine aktarıldı. Müşteri garantili köprüler, yollar, havaalanları ile birkaç şirket karına kar kattı. Ama şimdi bu sistemin sürdürülmesi gerekiyor. Katar Emiri’nin annesine satılan araziler, 2011’den bu yana da Kanal İstanbul’da 30 milyon metrekare arsa hareketi olduğu ve en büyük arazisi olan ilk üç şirketin Arap şirketi olduğu da açığa çıktı.

Erdoğan’ın iktisadi ve siyasi olarak toplumsal desteği giderek azalıyor, siyasi ve ekonomik krizden çıkmak, Türkiye’nin kim tarafından ve nasıl yönetileceği önümüzde duruyor. İktidarın varlığı için bu projelerin yapılması siyasi bir zorunluluk. Yani ortada siyasi bir tercih söz konusu. İktidar çılgın projelerle, yeni çıkışlarla açmazlarını aşmaya çalışıyor.

Erdoğan’ın o kadar da kadiri mutlak olmadığını son zamanlarda daha çok gördük. Her gün borçlarla, açlıkla, işsizlikle, yoksullukla mücadele eden halk için kaynak ayrılmazken patronlara sıra gelince nasıl hemen kasaların açıldığını tüm toplum gördü. Simit Sarayı’nı Ziraat Bankası ile kurtarmaya çalışırken muktedir geri adım atmak zorunda kaldı. Demek ki o kadar da kadiri mutlak değilmiş.

Ülkede fabrika yok, üretim yok, iş yok. EYT’lilere gelince, gençlere, kadınlara gelince kaynak yok. Ama sıra Kanal İstanbul’a, onları yapacak firmalara gelince milli kaynaklar hazır. Yalan enflasyonla asgari ücrete yaptıkları zam ortada. Peki asgari ücretliye gelince olmayan paralar, Kanal’a gelince nereden geliyor, nereden geliyor bu değirmenin suyu? Elbette yine emekçinin cebinden, onun gasp edilen hakkından.

Kriz dönemleri çelişkilerin en çok açığa çıktığı dönemlerdir. Bir tarafta açlıkla, işsizlikle, borçlarla mücadele eden milyonlar; bir tarafta rant siyasetiyle beslenen, kamunun kaynaklarını kendi hizmetine açan saray ve el üstünde tuttuğu patronlar. Yok öyle yağma. Bu düzen böyle gelmiş ama böyle gitmez. Bu şehre her gün emek verenlerin emeklerinin karşılığını vermeyeceksiniz, yalan enflasyonla asgari ücretliye zamcık yapacaksınız, işsizlikle tehdit edeceksiniz ve hatta iş bile vermeyeceksiniz, işsizliğe mahkum edeceksiniz, emeklilik hakkını vermeyeceksiniz ve onların istemediği bir projeyi onlara rağmen yapmak isteyeceksiniz. İstanbul’un geleceği, sadece bir kişinin ağzından çıkacak karar ile felakete sürüklenemez; fabrikalara, işe, ekmeğe ayrılması gereken kaynaklar Kanal’a ayrılamaz.

Bu yüzden hakkını alamayan milyonlarca emekçi bir ağızdan “bize yok denen bütçe nereden çıktı” diye sormalı. Bugün gasp edilen hakkımıza ve Kanal İstanbul’la felakete sürüklenecek yarınımıza mutlaka sonuna kadar sahip çıkmalıyız.