“Sözlerim sadece işçilere
Teslim olmayacağım
Bu tarihi dönemeçte halka olan sadakatimin bedelini
hayatımla ödeyeceğim
Ve onlara, binlerce Şililinin tertemiz vicdanına ektiğimiz tohumların kuruyup gitmeyeceğinden şüphem olmadığını söyleyeceğim
Güçlüler ve üstün gelecekler
Ancak toplumsal dönüşümler ne suçla ne de güçle bastırılabilir”
1973’te ABD’nin desteğiyle darbeyle devrilen Şili'nin sosyalist lideri Allende'nin ölümünden önceki, 40 yıl sonra açığa çıkan son sözleri bu satırlar. Şili halkının vicdanına serptiği o tohumlar bugün boy veriyor. Şili halkı aylardır sokaklarda. Karşısında polis, ordu, hükümet. Yaşamını yitirenlerin sayısı 23. Yaralananların sayısı binlerle ifade ediliyor, sadece gözünü kaybedenlerin sayısı 200'ün üzerinde. Hükümet başkanı Pinera “bir savaşın içindeyiz” diyor. Savaştığı, düşman gördüğü kendi halkı. İki aydır süren eylemler görünürde metro ücretlerine yapılan 30 pesoluk zamla ateşlendi. Oysa halkın direnişinin altında yatan gerçek elbette bundan ibaret değil. 17 yıllık askeri diktatörlük, büyüyen ekonomiden payın hep zenginlere gitmesi, eğitimin özelleşmiş olması, emeklilik yasasında yapılmak istenen özelleştirme, ülkedeki kadın sorunu, devam eden kadın cinayetleri, hükümet üyelerinin ve ailesinin ceplerini doldurması, 30 yıllık neoliberal ekonomi politikalarının yol açtığı büyük eşitsizlik... Tüm bunları eylemlerde açılan “30 peso için değil 30 yıllık baskı için” pankartı özetliyor.
Bu 30 yılın başlangıcı ülkedeki askeri darbe. 1973 yılında sosyalist hükümet Unitad Popular'ın ve lideri Allende'nin devrilmesinin üzerinden geçen yıllardan bahsediyor direnişçiler. ABD desteği ile yapılan askeri darbenin ardından diktatörlük ilan edilmiş, halk kitlesel şekilde -güya yargılanıp- ölümlere mahkum edilmiş; Şili ordusu ABD’den, Fransa'dan gelen özel askerler tarafından halka nasıl işkence yapacakları konusunda eğitilmişti. Eğitimlerini halkın üzerinde yıllarca uygulama imkanı da buldular sonrasında. Darbe sonrasında ekonomi neoliberal ekonomi politikalarının kucağına atıldı. Ülkenin tüm kaynakları ABD'ye peşkeş çekildi.
Sonuç olarak Şili bugün Orta Amerika'nın model ülkesi(!). İhracattaki istikrarlı artış ve ekonomik büyüme uzun zamandır olumlu seyrediyor. Bu olumluluk ve büyümenin halka yansıması ise neoliberal politikalara yenilerini ekleyerek sömürüyü artırmak oluyor elbette. Fransa'da milyonların sokağa çıkmasına neden olan emeklilik yasası değişikliğinin bir benzeri Şili'de de uygulanmak isteniyor. Coğrafya fark etmiyor. Kapitalizm, çıkmazlarının çaresini hep halkı sömürmekte buluyor. Şili'de de devlet emeklilikten elini çekip bu işi tamamen özel sigorta şirketlerine devretmek istiyor. Gençliği diktatörlük zulmü altında geçen halka yaşlılığında da açlık, sefalet dayatılıyor. Bu fikrin sahibi ise aileden zengin, yoksulluğu hiç tatmamış hükümet başkanı Pinera’nın abisi. Ülkede sınıfsal eşitsizlik almış başını gitmiş ve hayata geçirilmek istenen yeni uygulama bu. Halkın geleceğini şirketlerin insafına bırakmak istiyorlar. Bu konuyu en net açıklayan istatistik ise şu; ülkedeki milli servetin yüzde 25'i yüzde 1’in elinde.
Protestolar ilk başladığında hükümet bununla baş edebileceğini düşünüyordu. Ancak Başkan Pinera halk milyonlar olarak sokaktayken, onları düşman olarak niteledikten hemen sonra lüks bir İtalyan restoranında torununun doğum gününü kutlarken görüntülendi. Bu görüntülerin halk arasında yarattığı infialin ardından işleri toparlayamayacağı anlaşıldı ve bir reform paketi açıklamak zorunda kaldılar. Bu paketin içinde asgari ücretin 33 katı maaş alan parlamenterlerin maaşlarının düşürülmesi dahil pek çok taviz yer aldı. Bu gelişme yaşandığında eylemler ikinci haftasındaydı. Bugün neredeyse ikinci ayındayız. Paket hiçbir işe yaramadı çünkü ‘küçük yalanlar’ değil büyük değişimler istiyor halk. Allende’nin vicdanlara serptiği o tohumlar, 30 yıllık diktatörlüğün ekmek istediği korku tohumlarını çoktan boğdu attı. Şimdi sokakta yine ordu var. Binlerce sosyalistin katili ordu yine halkın karşısında. Ama halk da tam onun karşısında, tüm gücüyle. Korkmadıklarının bir kanıtı olarak askeri darbe hükümeti tarafından katledilen şarkıcı Victor Jara'nın şarkıları milyonların dilinde, kadınların isyanları, mücadeleleri toplu işkencelerin yapıldığı ulusal stadyumda.
Büyük şehirlerin meydanları milyonlarla dolup taşıyor. Ama sadece büyük meydanlar değil ülkenin her yerinde eylemler devam ediyor. Bu büyük hareketlilik ülkede hükümetin devrilmesi ile sonuçlanabilir ama sonrası tartışmalı. Çünkü görünen o ki belirgin bir politik önderlik yok. Şili Sosyalist Partisi yıllardır yüzde 15-20 barajında. Ancak bu süreçteki payı hükümetin istifası sonrasında önderliği üstlenebilecek oranda mı belirsiz. Allende ölmeden önce “toplumsal değişimleri ne suçla ne de güçle bastırabilirsiniz” diyor. Hayatın akışı onu doğruluyor. Ama bu değişimler politik önderliğin sürüncemede olduğu bir durumda nasıl olur bir muamma.
Şili'deki değişim arzusunun bu oranda büyük olması; yıllar süren ordu baskısının, işkencesinin, bir halkı bunca yılın ardından esir alamaması o tohumların kurumamış olması açısından çok kıymetli. Çok benzer şekilde Fransa'da da “puan bazlı emeklilik sistemine” karşı hayatın akışını değiştiren halkın direnişi de aynı oranda kıymetli. Bir yanda silah zoruyla susturulmak istenen bir halk, bir yanda liberal demokrasi ile avutulmak istenen bir halk. İkisi de bu düzene karşı yeniden hayatı elleriyle yaratma çabasında. Ve sadece onlar değil, özgürlük ve demokrasi için Bolivya'da, Irak'ta, İran'da, Lübnan'da direnen halklar var.
Tüm bu ekonomik temelli direnişler “neoliberal ekonomi çöküyor mu?” sorularını da beraberinde getiriyor. Dünyanın her yerinde isyan eden hakların talepleri en insani, en gerçek talepler. Liberal politikalar, bunları karşılayamadığı için de halka, örneğin emeklilik konusunda “çok çalış, az maaş al ve bunu özel şirketlerle yap” diyor. Çözüm olarak önerdikleri kaosun kendisi. Bu çözümün ancak sermayeye yaradığını bilen halk ise gereken cevabı veriyor. Bunlar elbette neoliberal ekonominin çöküşünün erken belirtileri. Bu belirtilerin nereye varacağının yükümlülüğü ise tüm dünyanın sosyalistlerinin omzunda.