Bir haftadır Saray’a giden CHP’li tartışması gündemde. CHP’den birisi Erdoğan ile görüşmeye gitti mi, giden Muharrem İnce miydi? Bunlar bir kumpas mı, CHP’nin tavrını nasıl ele almak lazım? Bunların hepsi cevaplanması ve değerlendirilmesi gereken sorular.

İlk olarak birinin Saray’a gittiği konusuna dair Kılıçdaroğlu katıldığı TV programında kabul etti. Bundan sonrasında olanları analiz etmek şart. Öncelikli olarak içeride her başı sıkıştığında, Suriye’de ve Ortadoğu’da çıkardığı savaşlarla kendi iktidarını korumaya çalışan Erdoğan asla ateşkes olmaz derken ABD ile anlaşmak zorunda kaldı. ‘Fetih’ diye yola çıktıkları bu savaşta, elbette Suriye yönetimi kendi ülkesinin topraklarını işgale izin vermedi, Erdoğan Suriye’den çekilmek zorunda kaldı. Güvenli bölge kurup orada TOKİ inşaatları hayalleri kuran Erdoğan, YPG ve Suriye yönetiminin anlaşması ile Suriye’den eli boş döndü. Bir süredir, ABD ve Rusya arasında kendi deyimleriyle ‘denge politikası’ diye adlandırdıkları politika artık bir sona geldi. S-400’lerin alınması ile ABD ile ilişkileri iyice gererken, bir yandan da Rusya’ya olan bağımlılığı artırdı. Giderek savrulan dış politikada artık AKP’nin hezimeti iyice gün yüzüne çıktı.  

Suriye politikasında, ABD ve Rusya arasında sürekli gidip gelen ve bölge halklarına savaştan başka bir vaadi olmayan Erdoğan’ı destekleyen, yanında duran bir ana muhalefet gördük. CHP daha bir hafta önce Türkiye’nin Şam ile görüşmesi gerektiğini ve Türkiye’nin Ortadoğu bataklığına çekilmemesi için politika önerileri sunarken, savaş başladığında hemen devlet politikalarına eklemlendi. Ancak tabi ki Erdoğan, destek verdiği için dönüp CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na teşekkür etmedi. Aksine Suriye’deki savaş bitip elinde başka bir kozu kalmayan ve istediği etkiyi ülkede elde edemeyen Erdoğan hemen Kılıçdaroğlu’na ve CHP’ye saldırılara devam etti. Saray’a giden CHP’li iddiaları üzerine Erdoğan ‘ben Cumhurbaşkanlığımı ortaya koyuyorum, acaba sen genel başkanlığını ortaya koyuyor musun?’ diye seslendi. Sadece blöf yapıyor. Durumundan pek memnun. Bu karmaşadan fazlasıyla haz alıyor.

Başkan adayı olabilecek bir CHP’linin Saray’la görüşme yapmış olmasından dolayı CHP çalkalanıyor. Burada önemli olan kimin görüşmeye gittiği değil. Birincisi bir parti üyesiyseniz, yöneticisiyseniz kararların birlikte düşünülüp tartışılması gerekir; partiden bağımsız bir şekilde Saray’a gidip görüşmek elbette olumlu karşılanmaz. Örgütlülük birlikte değerlendirip karar vermeyi gerektirir. Bir parti örgütünün içinde tartışmaların olması elbette anlaşılır. Peki, siyasi olarak bir partide tartışmaların olması, farklı düşüncelerin olması kötü bir şey midir? Elbette ki değil. AKP’nin alışık olmadığı bir işleyiş olduğu için aslında parti içindeki tartışmaların ne kadar korkunç olduğundan bahsediyorlar. (CHP’de süper demokratik bir ortamdan söz etmiyoruz tabi. Sadece görece AKP’ye göre bir adım önde olduğunu söylemek mümkün.)

AKP’de artık bütün kararlar tek bir adamın tek bir sözüne bağlı olduğu, parti içinde hiçbir farklı fikrin var olmasına izin vermedikleri, liderin her dediğinin emir kabul edildiği bir partide bu durumun korkunç görülmesi normal. Ama burada görece demokratik mekanizmaların işliyor olması değil elbette tartıştığımız. CHP’nin örgütü içerisindeki boşluklar ve Erdoğan’ın bu boşlukları çok iyi görüp bunlardan olduğunca faydalanmaya çalışması.  

AKP neyi hedefliyor?

Kendi yol arkadaşları partiden ayrıldıktan sonra demediklerini bırakmayan, hatta Ali Babacan parti kuracak diye operasyon hazırlıkları başlatanların, CHP’yi karıştırmayı düşünmesi çok da şaşırtıcı değil. Özellikle de ülkede erken seçim tartışmaları konuşulurken... Ali Babacan ve Davutoğlu’nun yeni kuracakları partiler ve alabilecekleri oy oranları tartışılırken... Bir de bunların üzerine, Erdoğan’ın işleri yolunda gitmezken, milliyetçiliği körükleyerek savaşa sarıldığı ama büyük bir hayal kırıklığıyla içeriye dönmek zorunda kaldığı bir dönemdeyken.

Erdoğan’ın kendi iktidarını korumak adına yapabileceği hamleleri küçümsemek çok akıllıca olmaz. Hatırlayın ‘seni başkan yaptırmayacağız’ diyen Selahattin Demirtaş, HDP Eşbaşkanı Figen Yüksekdağ yıllardır hapiste. Her gün HDP’li bir belediyeye kayyım atanıyor. Kürt halkına, Kürt siyasetçilerine yaptıkları baskı, zorlama ile CHP’ye yapacakları operasyon elbette aynı olamaz.

*

AKP kime ne düzeyde saldırabileceğini iyi planladığı için CHP’ye açık açık bir operasyon yapmak yerine, CHP’nin içindeki boşluklardan yararlanıp zarar görmesini amaçlamış olabilir. Esas amacının olabilecek bir erken seçimde CHP’nin içindeki ulusalcı kanadın desteklenip güçlendirilmesi ve CHP-HDP ittifakının önüne geçmek olduğunu söyleyebiliriz. AKP ve ulusalcılar, CHP’nin bu çizgiden uzaklaşmasından memnun değil. Neden memnun olsunlar? CHP, Kürtler ile yan yana durabiliyor. AKP’nin tabanına hitap etmek, onları kapsamak için politika ortaya koyuyorlar ve bunda da başarılı olabiliyorlar. Kendisi oy kaybederken, CHP oy kazanıyor ve tabi ki bundan hoşnut değiller. 

İşte Erdoğan’ın esas korkacağı nokta burası. Zaten ekonomik kriz ile iyice köşeye sıkışan, halkın işsizlik, yoksulluk sorununa dair hiçbir çözüm üretemeyen; savaş naralarıyla girdikleri Suriye’de umduğunu elde edemeyen Erdoğan için karşısındaki güçleri bölmek ve elimine etmekten başka çare yok gibi görünüyor. Hele ki yerel seçimlerde Millet İttifakı’na destek veren HDP ile birlikte İstanbul ve Ankara’yı kaybettiğini gördükten sonra. Erdoğan bir dahaki seçimi kazanabilmek için önüne her türlü seçeneği koyabilir. Ama işi çok da kolay değil.

Borç batağındaki insanlar, yoksulluk, işsizlikle mücadele eden insanlar için AKP bir alternatif olmaktan çıkıyor. Bunların farkında olan Erdoğan, iktidarını kaybetmemek için CHP’yi daha çok hedef alabilir. Çatışmalara, savaşa sarılamadığı bir dönemde CHP-HDP’nin yakınlaşmaması için her türlü yol ve yöntemleri deneyebilir.