Emekçilerin üzerinde büyük bir umutsuzluk var.
Bu umutsuzluk yeri geldiğinde intihar olarak dışa vuruyor kendini.
Yeri geldiğinde ise aile içi şiddet, asosyal olma durumu, toplumsal anomi (normsuzluk/kuralsızlık) ya da kitlesel eylemlere dönüşebiliyor.
İntihar etmek isteyen birini ipten alırken o kişiye öğüdümüz “intihar etme, mücadele et” demekse haklı olarak bizleri ciddiye almayacaktır.
Umutsuzluk bir çıkış yolu bulamamaktır. Daha önce çok umutsuzluk yaşamıştır zaten o kişi fakat her seferinde “hemen pes etmemeliyim” diye söylenmiştir kendine. Ancak öyle bir an gelir ki insan ayağa kalkmak istese bile ayakları alınmış gibidir.
Toplumsal süreçlerde ölümler nasıl meydana gelir?
Umutsuzluğu meydana getiren ya da ortadan kaldıran etkenler nelerdir?
Ekonomi, politika, kültür ve eğitim olarak sınıflar karşıtlığından konuyu ele alarak ilerlemek bu sorunun cevabını beraberinde getirecektir.
Bu yazıyı diyalog biçiminde aktarmayı düşünüyorum.
Sebebi, günlük yaşamdaki sorunların, günlük yaşamdaki diyaloglar ile ele alınmasının konuya saydamlık kazandıracak olması. Ayrıca sorunu basite hatta en basite indirgeyerek daha anlaşılır olmasını sağlamak için diyalog biçimini kullanmak sorunu apaçık duruma getirecektir.
Emekçilerin çay molasından bir kesit:
Orhan: Düşünüyorum da işten çıktıktan sonra bir şeyler yapalım hepimizin canı sıkkın, hepimize iyi gelir.
İlhan: Benim canım sıkkın değil, akşam çocuğumla vakit geçireceğim. Gidin siz.
Fikret: Aramızda suratı asık olan biri varsa o da sensin. Bence senin kesinlikle gitmen lazım. Hem çocukla vakit geçirmek istiyorsun da çocuk seninle vakit geçirmek ister mi, şu suratının haline bak!
İlhan: Ben çocuğumun yanındayken güler yüzlüyüm, sizin yanınıza gelince suratımı asıyorum.
Fikret: Nasıl yani? Sen çocukla beraberken normalsin, bizim yanımıza gelince asık suratlı olan maske mi takıyorsun?
Orhan: Bence tam tersi, bizim yanımızda normal ama eve gidince güler yüzlü bir maske takıyor.
İlhan: Geçin bakalım dalganızı. Canım sıkkın doğru ama eve gidince bunu evdekilere belli etmem, tadımız kaçmasın ne gerek var.
Fikret: Tamam, şaka yapıyoruz zaten abi sen bak keyfine. Orhan ikimiz gideriz şiir dinletisine, hem İlhan Abi sevmez şiiri.
Orhan: İyi de bizim şiir dinletisine gideceğimizi kim söyledi?
Fikret: Akşam saat dokuzda Novalis’in (Alman şair) “Geceye Övgüler” şiirinin dinletisi var, o varken başka bir yere gidecek değiliz.
Orhan: Canımız sıkkın diyorum, sen bana Novalis diyorsun. Ben novalisin şiirini dinlersem ızdırabım yüz ise bin olur.
Fikret: Hasan Usta sen 73 yaşındasın. Sen hiç şiirin insan öldürdüğünü gördün mü?
Hasan Usta: Boşverin şiiri “nonavisi” falan, metroda çalışırken bir iskele işçisi düşüp ölmüş doğru mu?
İlhan: Doğrudur Hasan Usta. Zaten bunlar da bu yüzden akşam geç saatlere planlar yapıyorlar, yarın iş yok çünkü.
Hasan Usta: Bir işçi ölmüş sizin umrunuzda değil, bir de utanmadan mutlu bir şekilde planlar yapıyorsunuz. Yazık size! Ölen işçinin iki çocuğu varmış, kim bilir ne haldedirler, bundan sonra ne yapacaklar… Yazık çocuklara.
Fikret: Yav arkadaşım, ben anlamıyorum. Biz şiir dinlemeye gitmesek ne olacak, ne değişecek? Haksız mıyım? Söyle bana, eğer bir şey değişecekse Geceye Övgüler’i boşver ölüye övgüleri dinleyelim.
İlhan: Üç ay önce biri daha ölmüştü. Öğrenciydi, harç parası biriktiriyordu. Serhat diye bir çocuk.
Orhan: Hep de gençler ölüyor.
Fikret: Ben de tarih öğretmeniyim, atanamadım burada çalışıyorum. Ben de harç parası için çalışmak zorundaydım. Şimdi düşünüyorum da acaba aynı şey benim başıma gelseydi ne olurdu?
İlhan: Hiçbir şey olmazdı. Ölmek inşaatta çalışmanın fıtratında var, hepimiz bunu biliyoruz. Evimi geçindirmem gerekiyor, ben ne iş olsa yaparım zaten başka seçeneğim de yok.
Orhan: Okusaydık böyle olmazdı diyemiyorsun değil mi İlhan Abi? Fikret var, o okul okumuş ama okul onu okumamış. Karşılıksız okumak denir buna.
Fikret: Ben onu bunu bilmem, ben akşam şiir dinletisine gideceğim. İlhan Abi’nin dediği gibi ölmek bu işin fıtratında var.
Hasan Usta: Gidin bakalım gidin ama gidince göreceksiniz ki hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil şiir dinletisi.
Orhan: Nedenmiş o? Ben daha önce gittim, güzeldi.
Fikret: Ben de gittim ve hayatımda hiç bu kadar birşey beni etkilemedi.
Hasan Usta: Gençken ben de gittim böyle yerlere ama sonra anladım ki ben şiir için gitmemişim; sırf oradaki insanlara benzemek için gitmişim. Aramızdaki fark çok belliydi. Ben iş tulumumu çıkarıp iki saat hazırlık yapıyorum, onlar ise işten çıktıkları kıyafetlerle geliyorlar.
Fikret: Yok bir de iş tulumunla gitseydin şiir dinlemeye. Şaire saygısızlık böyle birşey.
İlhan: Şaire niye saygısızlık oluyormuş? İş tulumunun nesi kötü? Alnımın teriyle para kazanıyorum ben.
Orhan: On iki haftadır aralıksız gece gündüz çalışıyoruz, hiç dinlenemedik bile. Bu bizim tek fırsatımız biliyorum Fikret Abi. Yine de Hasan Usta haklı sanki Fikret, ne dersin?
İlhan: Başka zaman gideriz Fikret, ben de gelirim belki. Hem işler hafifleyecek diyorlar ama şimdi ölen birinin ölümünü fırsat bilip böyle bir yere gitmek saygısızlık olur gibi geliyor.
Fikret: Tamam kabul ediyorum, gitmeyelim. Madem şiir dinlemeye gidemiyoruz, durun size bir şarkı söyleyeyim…
Orhan: Fikret sen o sesle ezan okusan millet dininden vazgeçer. Yapma ne olur… Bırakalım gitsin bu, şarkı söylemesinden iyidir.
Fikret: Hadi be ordan benim sesim iyidir bir kere, sen dinlemeyi bilmiyorsun.
İlhan: Arkadaşlar çay molası dolmak üzere, isterseniz herkes geçsin işinin başına.
Orhan: Akşam iş çıkışı kimse bir yere kaybolmasın ama Sendikacı Ali konuşma yapacakmış.
Hasan Usta: Ne konuşacak yine, hep aynı şeyler. İş cinayeti diyecek, inşaat işçisi köle değil diyecek, hiç kimse ekmek kazanırken ölmemeli diyecek, patronların zulmüne karşı birleşelim diyecek. Hep boş boş şeyler. Boşver gitmeyin, ben sizi şairden vazgeçirdim şimdi siz diğer şaire mi gideceksiniz? Boşverin.
Fikret: Ama bu şair farklı. İşçi tulumu var bir kere, üstelik bize de epey benziyor. Novalis’ten vazgeçtim, Ali’yi dinlerim. Ben kafaya taktım arkadaş, bugünkü geceye övgüyü mutlaka birisi düzecek.
İlhan: Hadi bakalım herkese kolay gelsin...