Çoğu zaman bilindik tartışmalar etrafında debelenip dururuz. Bunun sebebi; kendimize ait olduğunu düşündüğümüz fikirlerin, aslında bize ait olmadığını fark ettikten sonra, yeni bir şeyler arama gayretine girmiş olmanın zorluğudur.
Şöyle devam edelim: Sarı sendikalar gündemimize girmiş durumda. Bunun sebebi sarı sendikaların işçi kıyımına göz yumması ve işçileri yarı yolda bırakmak gibi adice politikalar izlemeleridir. Sarı sendikalar yıllardır, üyesi olan işçileri satan konumdadır. Sorulması gereken; işçileri satmasına rağmen neden işçiler hala sarı sendikalara üye oluyorlar?
Hiçbir şey bu konu kadar saydam değildir. Sebebi besbelli: “Biz sınıf sendikasıyız” diyen çoğu sendika şu anda patronlar karşısında el pençe divan bir şekilde biat ediyor.
Ey proleterler, sarı sendikaya mı üye olmak istersiniz yoksa şu anda sınıf sendikası gibi görünen ama sonrasında sarı sendika olduğu ortaya çıkacak sendikaya mı? Seçim sizindir. Durum tam olarak budur.
Sonrasında bazı boş boğazlar, işçilerin sendikaya bile üye olmadıklarını, bu şekilde devam ederse örgütlü bir toplumun ütopya olduğunu söylüyorlar. Oysa işçilerin çilesi sadece patron tarafından sömürülmek değil. Sendika tarafından kandırılmak, yarı yolda bırakılmak ve hayal kırıklığına uğramak buna ekleniyor.
Bilinçli işçiler olarak uykumuzu kaçıran, sinir, stresle bizleri deliye çeviren bu durumlara, sadece söylenerek bir karşılık bulamayacağımızı kavramış durumdayız. Sarı sendikaların sönümlenmesini istiyorsak, bunun için vereceğimiz mücadele kolektif olmalı.
Bir ağaç düşünün. Siz onu beslemeye devam ettikçe çürümeyecektir. Verdiği meyveler ne kadar çürük olursa olsun, hiç meyve vermemesinden daha iyidir. Yapılması gereken başka bir ağaç dikmektir. Çürük meyve vermeyen, genç ve dinamik bir ağaç. Başka bir ağaç dikmeden çürük meyve vereni yadsımak, aynı zamanda yadsıyanın da çürümeye başlamasıdır.
Artık yeni olan, eski olanın sönümlenmesine vesile olur. Kümülatif (artarak, katlanarak devam eden) birlik her şeyi söküp atacaktır. Yoluna çıkan her şeyi ezip geçecektir.
Böyle bir birlik kurmaya çalışıyoruz. “Bu birliğin bilindik olanlardan ne farkı var?” derseniz; amaç çeşitli meslek gruplarından işçileri salt üye yapmak değil. İşçiler elbette üye de olacaklar ama söz yetki ve karar işçilerin olacak. Yani işçiler kendi istedikleri kişiyi yönetici yapabilecekler. Aynı zamanda istediklerini görevden alabilecekler. Yönetim işçilerden oluşacak. Bu birlikte asla bürokrasiye izin verilmemeli ve nepotizmin (akraba kayırma) kırıntısına dahi rastlanmamalı. Peki böyle bir birlik kurulduğunda çürüme hiç olamayacak mı? Elbette olabilir. Ama öyle bir durum olduğunda bu çürümeyi önleyecek olan, şu kişi yada bu kişi değil, bizzat birliğin üyeleri olacaktır.
Günümüzde sendika yöneticileri patron edasıyla ortalıkta istedikleri gibi at koşturuyorlar. İşçilerin sendikalara ödedikleri aidatların nerelere harcandığını hepimiz gördük. Sendika ağaları lüks içinde yaşarken sendika üyeleri lüksün kırıntısından bile bihaber. Üstüne üstlük, bunca lüks işçilerin sendikaya ödedikleri paralarla satın alınmış olduğu halde, işçiler ne zaman hakları için direnişe geçmek isteseler “direnişe geçerseniz size ücret ödeyemeyiz, sendikanın parası yok” yalanı söyleniyor.
Bu kadar rahat olmalarının sebebi yukarıda anlattığım kümülatif birlikten yoksun olmamızdandır. Böyle bir birliği var ederken tek sınırımız sınırsızlık olmalı, A partili, B partili işçilerin olması bizler için sorun teşkil etmemeli. İşçilerin birliğe, birliğin de işçilere ihtiyacı var.
Sarı sendikalar, patron görünümlü sendika yöneticileri, kendi mezar kazıcılarını kendileri yarattılar. Şu anda baş aşağı durmuş olan sendikal faaliyet kendi ayakları üzerine dikildiğinde tüm bunların hesabı da elbette sorulacaktır.