Ülkedeki toplumsal, ekonomik sorunlardan; ailesinden, arkadaşlarından, okulundan gelen bütün ‘sıkıntı’ ve ‘boğulma’ duygularına rağmen ‘bir şeyler, herhangi bir şekilde daha iyi olana kadar beklemek’ değil… Gençler, yaşayabileceği yerler arama gayretine girişiyor. Kendisine dışarıdan dikte edilen ezberlere saplanmak, bunları kabullenmek artık eskisi kadar kolay değil. Kabullenmişliğin sessiz çığlıkları arasında durmak yerine çığlıkların sesini açmak arzusu büyüyor da büyüyor. Bu isteklerini hemen hayata geçiremiyor olabilirler. Türlü endişeleri, korkuları ve güvenlik arayışları yok olmadı çünkü.
Var, çünkü düzen onları sağ olsun kolayca üniversiteye gönderiyor ama bunu bin türlü yöntemle öğrencinin burnundan da getiriyor.
Daha sınavlara girmeden içimize salınan telaş “Sınavda başarılı olur muyum?” değil artık. Hatta böyleleri tatlı telaşlar olarak geride kaldı bile.
Artık dalga geçercesine yapılan tercihler var. “Bindik bir alamete” diye başlayan üniversite yılları… Çünkü başlıyoruz ama, sonu nereye varacak diye tahmin etmeye çalışmanın bile yeterince rahatsız edici olduğu zamanlardayız. Yıllar önce üniversite okumak üst sınıflara yaraşırdı, şimdi herkes üniversiteye gidiyor da ne oldu? Bu kez de iş bulabilmek, çalışabilmek herkesin değil, yine bir avucun oldu.

***

Türkiye’de üniversiteli bir genç olmak; ihtiyacın olanın önce eğitim mi yoksa para mı olduğuna karar vermekle başlıyor. Üniversiteli bir genç için eğitim çok kısa süre içerisinde tartışmalı bir tercihe dönüşüyor işte. Üniversiteye girmiş gencin isteği okumaktan yana… Ama istekleri, öncelikler sıralamasında listede giderek aşağılarda kalıyor. Kafayı koyacağın yastığın, tabldottaki her zamanki yemeğin, çantadaki kitabın, “Bir çay daha içebilir miyim?”in hesabını kitabını tutmak hiç kolay değil.

Birike birike geliyor dertler. Gençlik bu dertlere de birtakım çözüm yolları bulamadı değil. Mesela kahvaltı ile öğlen yemeği birleşip tek öğünde de yenebiliyormuş. Tek vasıta ile giderek kalan yolu aktarmasız yürümek, oh mis gibi spor. Gündüz okul, akşam iş; okurken tecrübe kazanması en iyisiymiş.
Elbette, gençler bunların hiçbirini eğlenmek için ya da gerçekten mantıklı olduğu için yapmıyor. Çünkü artık herkeste öyle bir dar boğaz ki, neresinden kırpıp kısarsan iyi.

“Süper eğitim, parasız değil ama ucuz eğitim… Sayılmaz mı?”

Ne paralısı, ne ucuzu, ne de daha ucuzu… Hiçbiri! Sayılmaz. Barınacağı yeri, yiyeceği tostu, kalan akbilini kuruşu kuruşuna hesaplamayı öğreten, tüm gerilimi öğrencinin sırtına elektrik akımı gibi yükleyen bu düzende hiçbir sağlam çark kalmayana kadar eğitim, eğitim sayılmayacak!

Eğitim almak ve para ödemek sonsuza uzanan paralel doğrular. Ne kadar çok, ne kadar iyi eğitim almak istersen o kadar çok para ödeyeceksin. Türkiye’de en ortalama, en sıradan üniversitede okumanın bile birçok bedeli var. Ne öğrenciler ne aileleri okurken bu bedelleri karşılayamıyor. Devlet, ne öğrencilere bir sonraki günün akşam yemeğini düşünmeden geçirecekleri bir gecenin imkanını veriyor; ne de ailelerine çocukları için kullanabilecekleri doğru düzgün bir bütçe. Türkiye’de başını yastığa koyan yüz binler her gece bütçe hesabı yaparak uykuya dalıyor.

Paralı eğitim, okurken çalışmak zorunda kalmak politikleşmenin kolonları

Okuduktan sonra işin olmayışı, okurken çalışmak zorunda kalmak ve ardından gelen; iş ve okul dışında sosyalliklerin sıfıra inmesi nedenleri üniversiteli bir gencin siyasallaşmasının kolonlarını oluşturuyor.
Üniversiteli gençlerin artık yuvarlanıp gitmek, olaylara karışmamak, çok gezip tozmak, uyum sağlamak gibi hedefleri yok. Hayatın akışında gençlerin şu anki rolü derslere girip sınavlara çalışmak, biraz da sosyalleşmek değil çünkü. Koşmak, koşturmak, bir de derdini anlatmaya çalışmak gibi herkesin çok benzeyen takvimleri var.
Yüzlerimiz farklı farklı, sözlerimiz ortak ama. Üniversiteler tekrar başlıyor işte. Gençler okullarına dönüyor. Üç ay boyunca tatil köylerinde, otellerde tatil yapamadılar ama oralarda bir güzel çalıştılar. Gün aymadan başlayan vardiyalar bir sonraki günün sabahında son buldu kimi için. Yeni dönemde biraz daha rahat okuyabilmek için, biraz kazanç olsun dediler ama çoğunun ne sigortası yapıldı, ne hak ettiği maaşlar doğru düzgün ödendi. Şimdi dönecekler tekrar okullarına. Ama çok kazançla, ama az kazançla fark etmez. Koşturma bitmiyor.

Kapitalizm gençlere de tıpkı işçiler gibi benzer takvimleri sunmaya başladı. Düzen, tüm çıkışlara kendi duvarlarını örmeye çalışarak, o duvarlara çarpa çarpa kapitalizmin tek gerçeklik olduğuna inandırmaya çalışıyor hala. Gençler; bir yandan bu yalanlara bir zamanlar inanmış olsalar bile, diğer yandan var olan ekonomik ve toplumsal tüm sorunları gözlemlediler. Üniversiteye adım attıkları andan beri geçen tüm süreçleri ve değişimleri, sınıflar arası eşitsizlikleri yaşadılar. Ne devletin müjdeleyip durduğu fırsat eşitliğinden, ne üniversitelerin işaret ettiği tatlı hayallerin nimetlerinden yararlanabildiler. Üniversiteli gençler ve üniversiteden mezun olanlar en basit tabiriyle hayal kırıklığı yaşıyor. Ama hayal kırıklığının sonucu boğucu bir sessizliğe gömülmek olmayacak. Sessiz kalmanın ne demek olduğu açık. Susamam diyenler boşuna demiyor. Susamam denilen zaman da öylesine değil. Kimsenin susmak istemediği zaman. Tam zamanı.

“Susamam, korkma yanıma gel!”

Koşturmacalar dedik. Bu koşturmacalar içerisinde gençlerin birbirine değmeden yürümesi mümkün olmayacak. Sürekli birbirlerine çarpacaklar, birbirlerini görecekler. Zaten birbirimize çarptıkça ilerleyeceğiz.

Önemli olan yanına gelmek, yan yana gelmek. Gençliğin dağılmadığı ortada. ‘Hareket’ fikrinin dağılmadığı ortada. Bizi bir arada tutan bağlar gerçek. Gençlik bütün tekçi ideolojilerden daha birleştirici bir potansiyel taşıyor. Bu açıdan böylesi benzer dertlerden muzdarip gençler tek başlarına bir çözüm bulamayacaklar. Hepimiz kendiliğimizden, kişisel mekanlarımızdan başımızı kaldırmak zorundayız. Gençlik her daim çoğul, çok bir anlam taşıyor. Yanına çoğul bir ekleme yapmaya gerek yok. Kendi kitleselliğini taşıyor, taşımaya devam etmeli.

***
Sözlerimizi, sloganlarımızı nasıl söyleyeceğiz?

İstediklerimizi ancak dolaysız, açıkça ifade edersek; yaptığımız eylemlerle ulaşmak istediğimiz gençlerle birlikte gerçekten paylaşabiliriz bu söylemleri. Hakkımız olan, hak ettiğimiz, mücadelemiz açıktır, sorulara hazırlıklıdır. Tepkiyi kime gösterdiğimizin açık ve net olması bizi de rahatlatır. Kime sinirliyiz, hakkımızı gasp edenler kimler, vermeyenler kimler? Bu özneleri söylemekten, ifşa etmekten geri durulacak zamanları geçtik. Yatağımıza, yemeğimize, zorunlu kitaplarımıza zam yapan da, ülkeyi ekonomik krize sürükleyen batırıp batırıp çıkaramayan da aynıdır. AKP’yi tanıyoruz. Gençlik için iyi olana imza atmayacağını biliyoruz. Kulaklarımız açık dinliyoruz, aynı anda yürüyoruz da.

***

Öte yandan yaşadığımız sokakta, okuldaki koridorun öbür ucunda, çay parasını birlikte ödediğimiz kantinde, o tüm mekanlarda yüzlerce olay oluyor ama yine ne yapacağımızı bilemiyoruz demek yok.

İşte tam orada ihtiyacımız olan, yol gösterici devrimciler örgütüdür. Gençlerin birliğidir. Üniversiteler bizi bir arada tutan mekanlar olmaktan çıkmadı, çıkmayacak da. Üniversite içerisindeki tüm mekanları ile öğrencilerin olmaya devam edecek. Bu da yanı başımızda her an birileri olacağı anlamına geliyor. Sözlerimizi, hareketlerimizi duyanlar görenler hep olacak demek. Üniversitede birileri bizden de ‘korkma, yanıma gel’ sözlerini bekliyor.

Tüm yanlışların, öğrenci düşmanı politikaların dehlizinde hiçbir zaman kaybolmadık. Hiçbir arkadaşımızı da buralarda kaybetmeye niyetimiz olmasın. Hiçbir gencin kendisini sorunların ve yanlış politikaların mağduru görmesine izin vermeyeceğiz. Sorunların da, politikaların da muhatabı biziz. En uç noktaya itilmiş olsalar bile, çözüm arayışlarını da biz temsil edeceğiz. Bizim ağzımızdan çıkacak, bizim pankartlarımızda yazacak, bizim sınıf arkadaşlarımız ortak olacak. Gençliğin tepkisi de, heyecanı da, susmayışı da sol gençlik hareketinin içinde tek yumruk olacak.