20 yıllık bir AKP rüyası sona eriyor gibi görünüyor. Ama bu sona eren rüyanın Erdoğan'dan başka kimin rüyası olduğu belli değil. Erdoğan, AKP adı ile siyasete atıldığı yıllarda hem kendisi hem partinin diğer isimleri liberal ve muhafazakarlar tarafından bir alternatif olarak görüldü. 2010'lu yıllara geldiğimizde Kürtlerle süregelen sorunları çözmek için attığı -sözde- adımlardan ötürü Kürtlerin bir kısmı için alternatif oldu. Ne var ki zaman geçti, çok şey değişti. Şu an kimse için bir alternatif olmadığı gibi kendisine de çeşitli alternatifler aranıyor.
Burada vaktiyle bir alternatif gibi göründüğü yılları incelemek lazım. Gerçekten bir alternatif miydi AKP? Evet, liberaller için özelleştirme üstüne özelleştirme yapan, demokrasi -ama kimin için demokrasi- naraları atan bir AKP’den daha güzel, daha alımlı ne olabilirdi ki? Peki muhafazakarlar için? Onlar için AKP’yi kuran kadro zaten rüştünü ispatlamış bir kadroydu. Her biri lise yıllarından itibaren siyasal İslam'ın birer neferi, üstelik Erbakan'ın eğitiminden geçmiş, tuzuna ekmek banmış, suyunu içmişlerdi. 90'larda yaşanan ve 2000'lere uzanan başörtüsü yasağı gibi rezaletlerin getirdiği öfke ve intikam duygusu da AKP'ye olan desteği büyüttü. Kimseye bunlardan ötürü kızamayız. İnsanlar hayatı nasıl görürse siyaseti de öyle şekillendirir. Ama ilerleyen süreçlerde pek çok şey değişti. AKP'li kadrolar geleceğe dair isabetli öngörülerde bulunamadı, bir vakit geldi içlerinden biri çok öne çıktı: Erdoğan. Seçmenleri tarafından çok beğenildi, çok sevildi. Daha doğrusu öyle zannedildi. Hatta AKP’lilere göre bu sevgi sınırları aştı. Kuzey Afrika'da, Arap coğrafyasında, Ortadoğu'da insanlar Erdoğan sevgisi ile çocuklarına onun ismini vermeye başladı. Erdoğan gerçekten sevildi mi? Sevgi neydi?
Kriz halinde bir ekonomi devralan AKP bunun ekmeğini sonrasında çok yedi. 2001’de var olan küresel krizden Türkiye de nasiplenmişti. Ne zaman ki krizin şiddeti dünya çapında hafifledi, o zaman Türkiye'de de ekonomi rahatladı. Ancak o esnada iktidarda AKP vardı ve bu onun başarısı gibi lanse edildi. Kendi fikirlerini yansıtan, bunu yansıtırken de sürekli ne kadar güçlü olduğundan dem vuran ekonomik rahatlamanın altına -gerçek olmasa da- kendi imzasını atan, başörtüsü gibi önemli bir yasağı kaldıran Erdoğan'ın sevilmesi çok olağan. Siyaset böyledir. Bir siyasi fikrin temsilcisini sevmek de böyle. O temsilci sizi hem siyasal hem ekonomik bir krize sürükleyen kişi haline gelirse ne sevgi kalır ortada ne o büyük hayranlık.
Çok sevilen kişi, kendi içindeki tüm tutarlılığını kaybetti. Biz bu yola birlikte çıktık dediği herkesi “tek adam” olmak için arkasından yürütmek istedi. Yol arkadaşlarını o yoldan atmakla kalmadı, 1 Kasım sürecinde olduğu gibi çıkarları için koca bir ülkeyi ateşe atmaktan çekinmedi. İktidarının gizli ortağı Gülen Cemaati ile işler karışınca bir darbeye sebep oldu. Yüzlerce insan ne için öldüğünü dahi anlayamadan öldü. Geride kalanlar ihraç edildi, bulundukları alanlarda aforoz ettirildi, işkence edildi. Hiçbir ilkeye bağlı kalmadı. Ortadoğu'nun lideri olma hayaliyle, Filistin'in hamiliğine soyunmuş ve buna Müslümanlık kılıfı bulmuştu ama Filistin halkını her gün öldüren İsrail'in karşısında Mavi Marmara'yı sattı. Mecazi satışlarının yanına gerçek satışlar da ekledi. Ülkenin dağını sattı dağını! Bir kuruş dahi üretime ayırmadı. Liste o kadar uzun ki…
Ertelemeye de çalışsalar bu çığın altında kalacaklarını biliyorlar. En çok da Erdoğan biliyor. O muktedir Erdoğan'a karşı, başka parti ihtimalleri epey belirginleşti. “Ümmet dağıldı”. Şimdi Davutoğlu, Erdoğan ve MHP'yi tehdit ediyor. Eski defterleri açıp saçacak. Ne güzel. O defterler o kadar kirli ki. Ama o defterler hiç açılmasa da pek bir şey değişmeyecek. Erdoğan ve AKP gerçeklik duvarına toslayacak.
Evren tek bir adamın çıkarlarına hizmet etmez; hele yıllar boyu, bir ömür hiç etmez. Kimse seçilmiş kişi de değildir. Kitlelerin çıkarları ile sizin çıkarlarınız paralellik gösterdiği sürece “sevilebilir kişi” olursunuz. O kadar. İşler tersine dönmeye görsün. Bu bir avazda söylenen ama yıllar yılı biriken gerçekler çoktandır halkın malumu. Davutoğlu, Babacan gibi isimlerin çıkıp süreçten bağımsızmış gibi konuşması kendilerini kurtarmayacak. Partilerini de şaha kaldırmayacak.
Tabi bu durum yine iyi. Görüyoruz ki o hiç yıkılmayanlar, o hep kazananlar, o yedi cihana korku salanlar yalanmış, dolanmış. İktidara geldikleri zamanın çeşitli imkanlarını kullanıp yelkeni şişirenler karşısında kuvvetli bir muhalefetin de olmayışı ile de palazlandı. AKP şanslı evresini tamamladı. Şimdiki zaman aynı zaman değil. Bu ülkede muhalefet de aynı muhalefet değil. CHP'nin 3 büyük şehri almasıyla, ülkenin doğusunda ve batısında halkın iradesine el konmuş olmasına rağmen yeniden kazanılmasıyla ciddi bir motivasyon kazanıldı. Bu basit motivasyon kelimesi şu aşamada çok önemli bir durumu ifade ediyor: Bulunan biraz motivasyon sayesinde, hiç kazanamayacağız fikrinin taraftarları azalıyor, mücadeleye dair umutlar yükseliyor. Öte yandan AKP'nin hareket alanı daralıyor.
Ekonomik krizin zaten içindeyiz. Dış politika çoktan çuvalladı. Sınırlarda yıllardır beslediği cihatçılar Erdoğan posteri yakıyor. Bu evre AKP'nin bunalım evresi. Onlar için her şey üst üste geliyor. Neye dayandığı belli olmayan özgüvenleri çok yıprandı. Neyi, nereden toparlayacaklar bilemiyorlar.
Oysa o AKP ki…. Türkiye tarihinin en yüksek oy oranlarını elinde tutan partiydi. Ne oldu da böyle oldu? Ben AKP'ye inanan biri olsaydım çıldırmıştım çoktan. Çünkü bu sorunun temelde tek bir cevabı var: Parti, Erdoğan'ın kişisel hırsları ile siyasetsizliğin, yalandan siyasi hatlar ile hayatın, bulunduğumuz yüzyılın gerçekleri arasında sıkıştı. Modern bir dünyada, her ne kadar monarşi geçmişi uzun da olsa -kör topal da olsa- demokrasinin tadını almış bir halka tek adamlığı dayattı. Bu konudaki çabaları defalarca seçim sandıklarında, ülkenin en büyük meydanlarında direnişle cevaplandı. Bu fikirle ekonomiyi yönetmeye kalktılar. Şu an sonuçlarını görüyoruz. Faizler konusunda Merkez Bankası'na verilen bir “buyruk” ekonomiyi düzeltmiyor, enflasyon rakamlarını açıklayan yetkiliyi görevden alınca pahalılık son bulmuyor. Suriye'ye gireriz, Ortadoğu'da kararları biz alırız demekle kararlar alınmıyor. Eninde sonunda Suriye'de ne Rusya ve Suriye Devleti’yle baş edebiliyorsunuz ne ABD'ye istediklerinizi yaptırabiliyorsunuz. Sonunda başınızı çevirdiğinizde sınırlarınıza dayanmış cihatçılarla burun buruna kalıyorsunuz.
Ülkede eskiyi kötülemek, sizden olmayanı düşman bilip öyle anlatmak, arada da Osmanlı'ya dönme hamleleri dışında siyasete dair dişe dokunur hiçbir şey yapmamak elbette olayları bu noktaya getirecekti. Şimdi bu siyasetsizlik ve çıkmaz, kendi üyeleri arasında da etkisini gösteriyor. Erdoğan 290 bin kişi diyor ama kulislerde 800 bin kişinin istifa ettiği konuşuluyor. Hala il başkanları örgütlenmeye devam edecekmiş. Nasıl? Vaktiyle “damat bizim seçmenimize aya yol yaptık desek inanırlar” diyordu. İnanmışlar mı? AKP'den bir fikir bekliyorlar, bir siyaset bekliyorlar. Ortada esamesi dahi yok. Özet olarak bu aşağılayıcı tavrın, bilimden, gerçeklerden uzak hayallere ve yersiz ama sonsuz bir özgüvene dayalı bir şekilde ülke yönetmeye çalışmanın faturası ağır oluyor.
Bu ağır faturaları ödemek istemedikleri çok açık. Hala koltuklarına tutunmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Hala kayyım atamaları ve tehditleri ile düşman gördüğü herkesi hedef göstererek onları bastırmaya çalışıyorlar. Bu şekilde iktidarı kolayca bırakmayacağını bir kez daha ilan ediyor.
Şu an AKP'nin elinin darlığı ve heybetlilik illüzyonun son bulduğu ortada ama bu ne onlar için ne de bizim için kolay olmayacak. AKP karşında her durumun doğru analizini yapmak ve bu doğrultuda hareket etmek yükümlülüğü hala omuzlarda. Ağırlığını bir müddet daha taşıyacağız. Muhalefet de bunu bilmeli. Köşeye sıkışmış bir Erdoğan ve AKP izlencesi pek keyifli olabilir ama doğru siyaset geliştirilmezse yanıltıcı da olabilir.