Başlangıcını 1967’ye tarihleyebileceğimiz 3. bunalım dönemini “sürekli krizler dönemi” olarak adlandırabiliriz. Kapitalizm doğası gereği zaten sürekli bir kriz-istikrar döngüsü içinde kendisini yeniden yapılandırma becerisine kavuştuğuna göre “süreklilikten” kasıt ne olabilir?

Kapitalizm, krizlere getirdiği çözüm ile bir “istikrarlı” döneme geçiş yapar. Kara dayalı olarak sürekli büyüme ihtiyacı çözümlerin de vadesini kısıtlar. Çözüm olarak ortaya konan program bir sonraki krizin sebeplerinden birini oluşturur. Bu giderek istikrar döneminin süresini kısıtlar.

3. bunalıma çözüm olarak öne sürülen yeni liberal programın ömrü, eğer “Sosyalist Blok” çözülmeseydi daha kısa olacaktı. Bu anlamda, etkisi küresel bazda hala devam eden 2008 (ABD) ve 2013 (AB) krizleri gecikmiş süreçlerdir. Bu süreçler daha da derinleşecektir. Bu anlamda sürekli krizler dönemi; kapitalizmin çözüm üretemediği, krizi erteleyerek daha da ağırlaşmasına sebebiyet verdiği süreçlere işaret eder.

Üretim fazlası (1967) ve petrol krizi (1973) ile patlak veren bu sürece çözüm olarak öne sürülen yeni liberal politikaları, sermayenin daha da merkezileşmesine, uluslararası mali sermayenin doğmasına vesile oldu. Üretim fazlası nedeniyle sermayenin aktığı alanların en başlıcaları genetik ve bilişim alanları oldu.

Tıbbın farklı alanlarında ve tohum sanayisindeki genetik çalışmalarda muazzam gelişmeler kaydedildi. Dünya tarımı bir avuç tohum üreticisinin eline geçti. Tıp alanı sermayenin muazzam karlar elde ettiği bir alana dönüştü.

Bilginin üretilmesi ve dağıtılması ile ilgili alanda öne çıkan teknolojik gelişmeler, tüm diğer alanları etkileyerek kimilerince 4. Teknolojik Devrim olarak adlandırılan sanayi 4.0, geleceğe dair yeni okumalar yapmamıza yol açarken internetin varlığı koşullarından, spekülatif sermayenin küresel bazda baş döndürücü bir hızda dönmesine-akmasına sebep oldu. Bu para bolluğundan “gelişmekte olan ülkeler” önemli ölçüde yararlandı.

Yeni liberal politikalar sonucu uluslararası mali sermaye egemenliğini ilan etti (1990). Önündeki engellerin kaldırılmasını isteyerek (devletin yeni işlevi) bunu tüm dünyaya dayattı.

Babası ABD olan bu dayatmanın, 2008-2013 krizleri sonrası “Önce Amerika” diyen Trump, yeni gümrük uygulamalarıyla ticaret savaşlarının yolunu açarak sonuna geldi. Terk ettiği evladına Çin babalık etmeye başladı!

Üretim fazlası ve teknolojik gelişmeler nedeniyle büyük insan yığınlarının kapitalist üretim saflarında birleştirilmesi giderek zorlaşmakta, büyük sermaye kütleleri üretim dışı alanlara kaymakta. Bu anlamda işsizlik, kitleselleşerek kronik bir hal aldı. Doğa katliamları, yerküre geri dönüşsüz bir biçimde tahrip edilmekte. Vahşileşen kapitalizm savaşlar çıkartmakta, faşist baskılarını artırmakta, her türlü şiddete ortam oluşturmakta ve ırkçılık pervasız bir şekilde yaygınlaştırılmaktadır. “Mutlu azınlık” dünyanın tüm zenginliğini emerken geriye kalan devasa emek veren çoğunluk, sefalet içerisinde yaşamlarını idame ettirmeye çalışmaktadır. Yeni liberal politikalar bu yıkıma çare olmayı bırakın daha da derinleşmesine yol açmaktadır.

Reel sosyalizmin çözülüşü sonrası dünya “tek kutuplu” bir hale geldi. İdeolojik olarak tek kutuplu (kapitalist) olsa da kendi içinde “çok kutuplu” (Emperyalist bloklaşmalar) oluşu, hem emperyalistler arası çelişkileri keskinleştirmekte hem de bağımlı sömürge ülkelerin manevra alanlarını genişletmekte ve daha rahat hareket etmelerine yol açmaktadır.

Yeni liberal saldırganlığın ortaya çıkardığı bu sorunların “merkez” siyasetlerce çözülmesi imkansız bir hal aldı. Bu durum popülist sağ-faşist siyasetleri ve liderleri, “müesses nizamın” kurallarına uymayan her türlü yolla iktidara gelmelerine veya iktidarda kalmalarına (Trump, Orban, Putin, Erdoğan, Bolsonaro... şimdi de Johnson) uygun ortam oluşturdu.

Emperyalist-kapitalist sistem içi çelişkilerin bu şekilde derinleştiği bir ortamda, müesses nizamın merkez siyasetleri gibi merkez dışı sağ-faşist siyasetlerin çözüm üretmekten uzak oldukları çok geçmeden anlaşılacaktır. Bu durum kapitalizmin yarattığı tüm sorunlara gerçek ve köklü çözümleri önerenlerin yolunu adım adım ve tüm seçenekleri tüketerek açıyor.

Kuşkusuz, “Şehvetiye Tarikatı” gibi yapıların kol gezdiği ve toplum içinde ne yazık ki az ya da çok karşılık da bulduğu bir dünyadan bilinçli ve iradi bir müdahale olmadan kapitalizm, dünyayı tüketme pahasına, kendiliğinden ortadan kalkıp ileri bir topluma evrilemez.

Bu ancak emek verenlerin yönetimine gerçekleşebilir. Emek verenlerin yönetimi için daha cüretli ve cesaretli atılımlara ihtiyaç var. Bunun yolu ekonomik, sosyal ve politik alanlarda bütünsel bir Marksist çözümlemeye, siyasetini güncel üzerinden pratikleştirmeye odaklanmış bir Emekçi Hareket’i bilinçli, istikrarlı, inatçı, cesur ve sabırlı bir mücadeleyle örmekten geçiyor.

Kocaeli Cezaevi | Önder Çarkçı