Çok değil bundan yaklaşık bir hafta önce Karar gazetesi yazarı Akif Beki, Akit gazetesinin “Sapkın Netflix” haberine verdiği destekle gündeme gelmişti. Akit’e göre, Türkiye’de 170 bin abonesi olan Netflix “eşcinsel sapkınlığın propagandasını yapıyor ve bunu gençlere empoze ediyordu”. Akif Beki’nin destek verdiği haber de buydu. Ardından geçen bir haftadaysa RTÜK; Netflix, Puhu TV, Blu TV gibi internet televizyonlarını denetimi altına aldı. RTÜK’ün internet televizyonlarının denetimine ilişkin yasa tasarısı Mart 2018’de mecliste kabul edilmişti aslında. Maliye Bakanlığı tarafından sunulan yasa tasarısının internet yayıncılığı vesilesiyle “vergi kaçırılması” kaygısıyla çıkarıldığı iddia ediliyordu. Ancak internet yayıncılığına sadece Netflix gibi ticari kanallar sebebiyle değil muhalif medyaya da el atmak üzere düşünüp hayata geçirdiklerini görmek mümkün.
Bugüne nasıl gelindi?
Yapılan araştırmalar diyor ki 2016 sonrası dönemde hayatımıza girmeye başlayan ve Netflix’i de kapsayan online dizi ve film izleme platformları tüketiciye daha güvenli, zengin ve özgürleştirici bir alan sağlıyor. Hepsi çöp. O 2016’dan sonra toplumu alternatif medyaya yönelten tüm muhalif yayın organlarının OHAL sürecindeki KHK’larla biçmesi olmasın?
AKP’nin karşısında yayın yapan, gerçekleri açıklayan her yayın organı hedef haline geldi. Gazeteler, televizyonlar kapatıldı. İktidar tüm ana akımı satın aldı. Televizyonda zap yapmak anlamsız hale geldi. Aynı alt yazılarla haber yapan, gerçeğe ulaşılamayan kanallar bile devletin sansür kurulu RTÜK tarafından an an denetlendi. AKP’nin bir çöp kutusuna dönüştürdüğü, yalan habercilik ve “iktidarın sesi” olma vasfı; televizyonu bir çöpe dönüştürdü.
Yani Türkiye’deki hal buyken internet yayıncılığının nasıl geliştiğini de burada aramak gerekir. Gerçekleri sürekli olarak kaçırmak pek mümkün olabilen birşey değildir. Bir olmaz, iki olmaz ama üçüncüsünde o gerçek paçasından yakalanınca kimse peşini bırakmaz. Muhalif medya organlarını bitirdim diye AKP sevinirken yeni yeni yollar açıldı. O milyon dolarların döndüğü televizyon kanallarının yerine toplum kendi izleyeceğini alternatif yolları seçti. Yol TV ve benzeri yayın organları bunun bir örneğidir. Konuşması gerekenler; krizi en yakıcı haliyle yaşayanlar, işsizler, yoksullar, hakkı yenenler bu mecralarda konuşuyor. Kendi medyasını bulanlar ona sahip çıkmaktan da hiç geri durmuyor. Şu havuz medyasının arkasında kim var derseniz, para babaları yani patronlar. Ne gerçekle ne de halkla alakası olmayan bir yayıncılık faaliyeti bir köşede “ol-muş” gibi süredursun.
Hangimiz özgürüz?
RTÜK’ün internet yayıncılığını denetlemeye adım atmasının ardından bir “özgürlük” tartışması da gündeme geliyor. Netflix özgürlük mü? Peki ya Blu TV?
Konuya şurdan başlamak en doğrusu olacak, hiçbir yayın organı özgür değildir. Kaldı ki Netflix gibi sadece para kazanmaya dönük ticari kanallar az çok gündemimiz dışı kalacak. Piyasa üretimi yapan, izlemek için para ödediğin bu kanalların kitlesi öyle çok geniş değil. On binlerle sınırlı kalıyor. İsteyen parasını ödeyerek bir şekilde içeriğe ulaşacaktır ya da bu piyasacılar kendilerini bir şekilde sansüre uyduracaktır.
Sermayedarlar tarafından üretilen, bol paralı reklamlarla süslenen ama biz objektifiz diyen hangi kanal sahibinin sesi olmadı? Hepsi oldu, hiç tartışmasız. Bakınız bizim ülkede ana akımda parayı veren düdüğü çaldı. Avrupa’da özgür diyorlar bir de. Söyleyelim tekrar, dünyanın hiçbir yerinde öyle bir özgürlük yok. Sermaye sınıfına bağlı olan tüm yayın organları sahibin sesidir. O ışıklı güzel stüdyolar, kat kat dizilen haber merkezleri, o pahalı kameralar kim tarafından finanse ediliyor? Sahibinin sesi olmayacaksa bir sermayedar ne diye yatırım yapsın, yapmaz. O zaman burada gayet net bir ilişki var. Tam bir düzen ilişkisi. Fonlarla açtım bir kanal, şimdi size “özgür medya” getireceğim teranesi de aynıdır. Fonlayandan ayrılamaz, anlattığını anlatmak zorunda.
Gerçek bir özgürlükten bahsedeceksek bu ancak halkın, emek verenlerin elinden geçen bir yayın organı ile mümkün olabilir. Bu tür bir yayıncılığı üreten ve ayakta tutmayı başarabilenlerin hiçbir sermayedardan alınacak çeki de eğecek boynu da yoktur. Gerçeği yaşayanlar, karşısındakinin de o gerçeği aynı kendi gibi yaşadığını bilir. Anlatılan hikaye benim de senin de onun da hikayesidir. İşte böyle ayakta kalanlar için gerçek bir özgürlük var.
“Mağduruz” değil “yine yaparız”
AKP muhalif basını bir kez ortadan kaldırmaya çalıştı. Cezalar da kesti, ekipmanlarına el de koydu. Şimdi RTÜK ile elbette yine kulağını her an tırmalayan o sesleri susturmaya çalışmak eğiliminde olacak. Niye şaşıralım? AKP’den demokrasi mi bekliyorduk? Beklememek gerekir. Eline geçen her fırsatta bu uygulamaları sürdürecektir.
Yaklaşmakta olan tehlike, hep halihazırda yerinde duruyor. Yeni RTÜK kararıyla da yapacakları her hamleye hazırlıklı olmak gerekir. Ancak hazırlık derken “mağdur olduk” anlatımını yapmaya çalışmaktan söz etmiyoruz. Ekranları muhalefete ve halka kapatan iktidara karşı nasıl ki başka bir dünyayı var ettiysek her koşulda bunu yine yapabiliriz. Masaya “yenileceğiz” diye oturursak yenilerek kalkmak olasıdır. Düşmanı ne fazla büyütmek ne de fazla aşağıda görmek gerekir. Ancak özgüvenimiz de sırtımızı sermayedarlara yaslamamaktan geliyor. Halk için halkla üretenler yine yaparız diyebilirler.